“Tel Dolaptaki Karpuz”

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Bu kez farklı bir Artun Ünsal kitabı. Bence, Ünsal’ın içinde yıllardır saklı kalmış hikâyecinin kıvılcımlarını taşıyor. “Beni dışarı bırak, insanlarla duygularımı paylaşayım” diye minnacık kıvılcımlarında usul usul söyleniyor o öykücü. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Tel Dolaptaki Karpuz”un Önsöz’ünde bunun ipuçlarını bulmak mümkün. Bakın ne diyor o sayfanın son satırlarında Ünsal:

“İzleyen sayfalarda yaşantımdan kimi kesitleri, ‘eski hallerim’den başlayıp şimdiki duygularıma, sizlerle paylaşmak istiyorum sadece. Paylaşmanın yalnızlığın panzehiri olduğuna inanıyorum çünkü.”
Bunları söylerken İtalyan şair, romancı, çevirmen ve eleştirmen Cesare Pavese’nin günlüklerindeki bir aforizmadan yola çıkıyor Artun Bey. Hep yalnız kalmayı seçmiş, yalnızlığına 42 yaşında kendi eliyle son vermiş Pavese kadar karamsar değil, elbet. Yine de kalemini körükleyen, onu korkutan, o korkunç yalnızlığı değil midir yazarın veya sanatçının. Onu azaltmak için yazar, film çeker, beste yapar yani yapar da yapar...

Üniversitelerde dersler, gazetecilik, savaş muhabirliği, siyasi ve toplumsal alanlarla ilgili kitap çalışmaları, yemek kitapları, illâ Anadolu seyahatleri... Artun Ünsal’ın ilgi duyduğu birçok alan var. Ve onlarla ilgili kaleme alınmış makaleler, kitaplar... 
Tabii, ah, taa 1990’ların ortalarında anlamalıydım ondaki öykücüyü. Bakın o yıllardan bugüne birkaç kitap adı:
“Süt Uyuyunca”, “Umuttan Yalnızlığa”, “Nimet Geldi Ekine”, “Ölmez Ağacın Peşinde”, “Bezgin Martı ve Çılgın Kelebek”, “Susamlı Halkanın Tılsımı”, “Boğaz’ın Beş Efendisi”...
Bunlardan daha iyi kanıt olabilir miydi?
Peki “Tel Dolaptaki Karpuz”dan birkaç yazı / (bence) öykü ismi ister misiniz?
“Otogarlar da Sanki Bir Ayrılık Çeşmesi”, “Bir Saray Yandı Küllerini İçime Gömdüm”, “Teyzemin İzci Şapkası”...

1950'lerin Kadıköy'ünden Afganistan'ına, 60'ların Paris'inden 70'lerin Kıbrıs'ına, dost meclislerinden lezzet duraklarına, aşklardan ayrılıklara, yollara ve yolculuklara... Ünsal, kitabın tanıtımında da vurgulandığı gibi elinde “eski hallerinden” yıpranmış bir bavul, siyah beyaz fotoğrafların içinden bakıyor hayata; tel dolaplı bir mutfağı, limon çiçeklerinin kokusunu ya da bir gün batımını hatırlayarak...
Ben, kitaptaki yirmi edebi metni çok sevdim, “Fauchon’da Direniş”i ve “Aymazlık”ı ise birkaç kez okudum. Artun Ünsal’ın kalemi bu kez önceki makaleleri ve kitaplarında olduğu gibi bilgilerimi çoğaltmıyor, yüreğimdeki kimi telleri vınnlatıyordu.

Ondan gelecek yeni metinler için sabırsızlanıyorum. Tahmin ediyorum ki ilk kez denediği bu tarzın tırnak içinde yalnızlığını çoğaltacağından ürküyor. Halbuki panzehir, “Önsöz”de de yazdığı gibi paylaşmakta.

Daha çok yazılmayı bekleyen “anı/öykü”sü olduğunu tahmin ediyor, bizi onlardan mahrum etmeyeceğini umuyorum. 

Şunu da söylemek isterim; annem, yolculuğa çıktığı beş yıl öncesine kadar buzdolabının yanında tel dolabı da hep kullanmıştı. O dolap, benim için de yiyeceklerin yanı sıra birçok anıyla doluydu... 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar