Yaşam bir “Çimen Türküsü”dür

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Bazı kitaplar vardır ki okursunuz, üzerinde düşünürsünüz, hatta yazı yazarsınız (22 Nisan 1983, Yazko - Somut) ardından seneler seneleri devirir, ama hiç aklınızdan çıkmazlar. Ara ara yeniden okumuşsunuzdur ve tatları, hâlâ damağınızdadır. Bunların illâ klâsikler olması gerekmez; örneğin Dostoyevski, Çehov hep okuduğum yazarlardır, ama Truman Capote gibi çağdaş isimler, modern klasikler de “hep okunacaklar” listeme girmiştir. Çünkü, onun yazdıkları birer öykü, birer roman değil; kolay özetlenemeyecek şiirsel yapıtlar, insanlarının renk renk, ışıltılı tayfıdır.

“Çimen Türküsü” de bunlardan birisi. Bir tutunamayanlar romanı… İlk baskısı 1954 yılında Varlık Yayınları’ndan… Filiz Karabey Ofluoğlu Türkçeye çevirmiş. Daha sonra Can Yayınları’nda görüyoruz (1983), 2010’dan bu yana ise yine aynı çeviriyle Sel Yayıncılık kitapları arasında…

Daha ikinci eseriydi “imaj sanatı”nı başarıyla kullanan ustanın. Ama, düş dünyası ile gerçek dünyanın ikilemini harika bir biçimde sözcüklere dökebiliyordu. 1951 yılında roman olarak kaleme almış, hemen bir sene sonrasında da tiyatroya dönüştürmüştü.

Çimen Türküsü, on bir yaşındaki Collin Fenwick’in (kendisi),  annesinin ölümü üzerine babası tarafından iki yaşlı kuzininin yanına götürülmesi ile  başlar. Bu gösterişli eve adım attığı ilk günden itibaren, Collin’in hayatındaki yeni ve unutulmaz dönemi birlikte yaşarız. 

Capote, Çimen Türküsü’nde de bütün kitaplarında olduğu gibi “küçük insanlar”ın ince duygularını dile getirir. Dünya ve insanlar karmaşıktır, ama Capote’nin insanları her şeyi olanca basitliği ve içtenliği ile algılarlar, kavrarlar.

Yapıttaki Dolly Talbo ve Catherine Creek de böyledir. Dolly’nin kardeşi Verena Talbo ise, yalnızlığı, sevgisizliği simgeler. Kendiliğinden böyle olmuştur. Ancak içten içe, ince bir sızı vardır yüreğinde “sanki karanlıkta ayağı kayıp düşmüş gibi, içten, boğuk bir hıçkırık duyulur” odasından.

Artık “küçük insanlar”ın gösterişli olmayan sıcak dünyaları yaşanacaktır. Teker teker onları tanımaya başlarız. Hiç evlenmemiş üç kadın:

Dolly Talbo, dümdüz, ayak bileklerine kadar uzanan genç kız elbiseleri giyer. Odasında tüm eşyaları – sayıları pek azdır – ve duvarlar tozpembeye boyalıdır. Yaşamının en önemi ve en güzel şeylerinin başında ise ormandan topladığı otlarla yaptığı ilaçlar gelir. Bunları uzak şehirlerde oturan hastalara göndermekte ve onlarla mektuplaşmaktadır. Küstüm otu gibi içine kapanıktır.

Catherine Creek, Dolly’nin biricik dostudur. Talboların evinin bahçesinin arkasında çinko damlı gümüş boyalı bir evde oturmaktadır. Kendisinin Kızılderili olduğunu iddia eder,  ama katran gibi kapkaradır! Dişlerinin çoğu dökülmüştür, bu yüzden de ağzının içine, avurtlarına pamuk doldurarak gezer.

Verena Talbo, bütün evi çekip çeviren, sürekli hesap kitapla uğraşan, çok kişi ile iyi olduğu halde tek bir yakın dostu bulunmayan, sanki sevmeyi unutmuş bir kadındır.

Çimen Türküsü’nün diğer kişileri de (Yargıç Riley vd.) saflığın ve sıcak ilişkilerin arasından geçerler. Kimileri büyük bir pay alır, kimileri ise pek anlayamaz öylesine olduğu gibi kabul ederler her şeyi. Ancak, her türlü ikilem sonlara doğru çözümlenir.

Aslında hayat sürüp gitmektedir. Hayat, öykünün ta kendisidir. 

Capote’nin kişileri kendi iç dünyalarını özgürce yaşamaya çalışırlar. Yaşamayı bilmeyenler ise kısa sürede bunu öğrenirler. Tıpkı kitabın sonlarına doğru Verena’nın yaşadığı gibi…

Aslında Capote’nin insanlarının iç içe  yaşamlarında belki hiçbirinin kendilerine ait bir yerleri yoktur. Belki de tüm yaşamları o yeri aramakla geçmektedir. Ama güzel bir manzara, güzel bir yemek tüm tasaları uzaklaştırmaya yeter “önemli olan söylenirken duyulan güven, dinlenirken duyulan anlayıştır.” 

Yani, yaşam bir çimen türküsüdür…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar