Bacağı kırılınca, efsane ‘Gorbon’ geri döndü!

Volkan AKI
Volkan AKI İŞ'TEN SOHBETLER volkan.aki@dunya.com

Bana Gorbon Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Gorbon’u bundan 1-2 yıl önce sorsanız ‘spor pazarlamada’ Türkiye’deki öncülerden, yelken sporunun da önemli isimlerinden derdim. Beni de hem gazeteci olarak hem de kişisel olarak yelken sporuyla tanıştıran isim olmuştu. Onun bilgi birikimiyle ilk ‘yelken sporu’ eklerini çıkarmışlığımız var. Evet soyadı ‘Gorbon’, belki çok şey ifade ediyordu ama o birkaç yıl önceye kadar bunun çok da farkında değildi. 30’lu yaşların başında, ailenin iflasıyla, tabir yerindeyse başının çaresine bakmaya çalışmıştı… O yüzden seramikteki ‘Gorbon’ markasının geri dönüşü onun için sadece maddi değil, çok fazla duygusal anlam ifade ediyordu. Türkiye için bakılırsa Eczacıbaşı, Kalebodur gibi bu topraklardan çıkan ve aynı günlerde kurulan Gorbon’un marka olarak yeniden kazanılması anlamını taşıyor. Hep söylüyorum marka yaratmak kolay değil, mevcutları korumak çok önemli…

‘Gorbon’ kanepede canlanıyor

Ben spotta anlattım ama Gorbon’un tekrar doğuşunu bir de Orhan Gorbon’dan dinleyelim. Sorum şuydu; ‘seni bu yola tekrar sokan ne oldu?’ Benim de ilk kez dinlediğim bu öyküyü Gorbon şöyle anlatıyor: “Biraz kişisel ve duygusal bir şey söyleyeyim, sadece maddi mantığı yok… Yelken yaparken Saint Tropez’de ayağım kırıldı ve evde yatmak zorunda kaldım. Ben ayağım alçıda, kanepeye mıhlanmıştım. O dönemde babamla çok vakit geçirmeye başladım. Babamla genelde daha çok kısa sohbetler yapıyorduk. Bu defa uzun uzun konuşma fırsatı buldum. Keyfi iyi mi, nasıl, neler yapmak istiyor? Çok daha farklı bir açıdan, duygusal konuşmalar yapmaya başladık. Tekrar Gorbon’un üzerinde çalışma düşüncesi o günlerde ortaya çıktı. Bu tabii işin aksiyon tarafı… Ama asıl hikayeye bakarsak, 2000-2001 krizinde bu işin kapandığı zaman biz hepimiz üzüldük ve o dönem fişi çektik. Ben 30 yaşındaydım, o zaman babama canın sağ olsun hayatımıza Gorbon’suz devam edelim dedim… Ve senin de çok yakından bildiğin spor organizasyon işlerini yapmaya başladım. Fakat aslında teşhis yanlışmış… Biz aslında fişi çekmemişiz. Meğerse Gorbon bitmemiş. Ben hep bitti diye yaşamıştım. Bosphorus Cup’ı yaparken aslında bir uluslararası bir marka yaratmış olduk. O günlerde sen biliyorsun, iş hayatımdaki en önemli şey bu Bosfours Cup’tı… Meğerse o Gorbon için bir stajmış adeta…”

Marka yelkenleri şişiriyor

Biraz da Gorbon’un yelkenleri şişirmeye nasıl başladığına başka bir ayrıntıdan yaşananlara bakalım. Bu kısmı da Orhan Gorbon şöyle anlatıyor: “Şimdi Gorbon için iyi bir zamanlama oldu ve ben gerçekten, uluslararası bir boyutta bu tür işleri yapmış bir kişi olarak, işi tekrar kucaklıyorum. Bosphorus Cup’tan sonra şimdi ikinci bir uluslararası değer yaratmak üzere yola çıktık… 2001 yılında Gorbon kapandı ama kapanma tam bir çöküştü bizim için… Çünkü pek çok şirket kapanıyor ama işadamları genelde batmıyor. Bizde öyle değildi maalesef. Bizde aile tamamen battı. O yıllarda küçük bir seramik fabrikasından öte şeyler vardı. 6 tane mağaza vardı örneğin… Yapılan pek çok proje vardı. 2000 senesinde Gorbon hem perakendeci, hem ihracatçı, hem üreticiydi… Yer ve duvar seramikleri yapıyordu, yemek takımları yapıyordu, ev seramikleri yapıyordu. Burada bunlar tamamen giderken, evler, tekneler pek çok şey de gitti… 3-4 yıl her şey durdu. Ardından babam çok üzgündü, her şeyin gitmesinin yanında işsiz kalmıştık. Ardından yakın zamanlarda babam bir iki arkadaşına ben çok sıkılıyorum bir şeyler yapmam lazım dedi ve bir seramik atölyesi kurdu. Bir şekilde kendini oyalamak istedi… İşte aslında benim denk geldiğim an o günlerdi… Babamla konuştuğumda o zaman hadi ben bu işi ele alayım ve tekrar başlayalım dedim.”

Sektörde 60. yılını kutluyor

Sektörle yaşıt olan Gorbon’un hedeflediği segmenti Orhan Gorbon şöyle açıklıyor: “Ben Gorbon’u kafamda öldürmüştüm ama ölmemiş işe başladığımızda da bunu daha iyi gördüm. Ayağım alçıda mimarları aramaya başladım. Herkes çok heyecanlandı ve ben belki daha önce de arasaydım Gorbon, o zaman da hayat bulacaktı. Biz ana ürün olarak duvar karosu sattığımız için, işin temeli mimarlar. Murat Tabanlıoğlu, Zeynep Fadıllıoğlu bunun gibi kişileri aradım… Yıllarca beraber çalıştığımız mimarlardı bu isimler. Ve ilk ürünlerimizi Milano Expo’ya götürdük. 2015 yılı sonu, 2016 yılının başıydı bu dönem. 2016 yılında çok heyecan verici birkaç iş yaptık. Beyaz Rusya’da bir Hilton, Babaji Londra ve Dubai… Yosma Londra, Karaköy Lokantası, Fenix, Mısır Konsolosluğu, Merit Otelleri… Şimdi daha kurumsal bir büyümeye geçtik. 1957’den 2017’ye Gorbon’un kuruluşun 60’ıncı yılını kutluyoruz. Türkiye seramikçiliğinin de 60’ıncı yılı. Şu anda Pendik’te kurduğumuz tesislerde üretimi gerçekleştiriyoruz. Tasarımlar genelde müşteriden geliyor. Örneğin, bir mimar otelin resepsiyonunu tasarlıyor bize ‘yapar mısın?’ diyor ve biz de yapıyoruz Üst segmentte bir boşluğu doldurabileceğimizi düşünüyoruz. Yüksek fiyat olarak değil ama biz burada verdiğimiz servis ve hizmet olarak yer alıyoruz.”

Gorbon'dan projeye özel üretim

Kişiselleşme, özelleşme trendi tüm dünyada önemli bir fırsat yaratıyor Gorbon için aslında. Çünkü seramik sektöründe bu tarz hizmet verebilen çok şirket yok. Orhan Gorbon bu hizmet yeteneklerini şöyle anlatıyor: “Eczacıbaşı, Kalebodur ve Gorbon aslında aynı sene kurulmuş. İkisi çok büyümüş ve sanayileşmiş… Gorbon da büyümüş ancak başka bir segmentte kalmış. Gorbon için ne yapıldıysa o günlerde bugün hâlâ marka değerini koruyor. Özellikle kadınlarda önemli bir etki bırakmış. Çok büyük bir sevgi var. Bir ‘lovemark’ yaratılmış. Biz bugün Uzakdoğu’daki bir mimar da ABD’deki bir mimar da ‘özel bir renk istiyorum’ dediğinde onu gerçekleştiriyoruz. Örneğin, ‘kızımın gözünün rengini istiyorum, 100 metrekare istiyorum’ dendiğinde, bu bizim yapabildiğimiz bir şey… Kimse özel bir şey yapmıyor, yapıyorsa da çok pahalıya yapıyor. Müşteri bir kırmızı istiyor biz onu yapıyoruz, hayır bu koyu oldu diyor onu açıyoruz. Bu da çok açık oldu diyor tekrar rengi değiştiriyoruz. Dünyada seramik sektöründe pek kimse yapmıyor bu hizmeti… O yüzden dediğin çok doğru, dünyada burada büyük bir boşluk var. Biz bu arada dünyaca ünlü endüstri tasarımcısı Michael Young ile anlaştık. Kendimize özel bir tasarım yelpazesi oluşturuyoruz. Bunu da tüm dünyada ‘show room’larda satmayı planlıyoruz. Bunun için Londra ve Dubai’de temaslara başladık.”

Herkesin marka ile bir anısı var

Gelen değerlerle uluslararası bir marka vizyonunu ortaya koyan Orhan Gorbon planlarını şu şekilde anlatıyor: “Mecidiyeköy’de bir mağazamız vardı. Herkesin o mağazaya ilişkin öyküleri var. Kimisi kocasıyla orda tanışmış, önünde buluşmuş… Ya da ‘Gorbon Işıl’ tabak diyor benim hayattaki en önemli varlıklarımdan biri… Düğünümde geldi diyor. Pek çok öykü, pek çok iz bırakmış, pek çok anı var. Şu anda tabak ve benzeri hediyelik ürünlerde yokuz ama yapmak gibi bir planımız var. ‘Gorbon Işıl’ markası o günlerde bu tip ürünlerle tüketiciye dokunmuş… Kalite, dürüstlükle bir şekilde sevgi oluşmuş ve marka olmuş. Bizim elimizde şimdi iz bırakmış, kendine özel, sevilen, istisnai bir marka var gerçekten. Ben de dedeme ve babama olan sevgimden bu işi devam ettirmek ve tüm dünyada bunu yapmak istiyorum. Bu coğrafyadan çıkması, sevgi ve el yapımı olması bizim için en önemli marka değerlerimiz. Hâlâ pek çok şey bizim fabrikamızda el ile yapılıyor. Biz bu doneleri bir araya toplayıp kendi sektöründe bir uluslararası marka yaratmak istiyoruz.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar