Bir yayıncı portresi

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Yaşasaydı, kitap dünyasının içinde yarım asırdır varolmaktan nasıl gurur duyardı? Bu 50 yılın ancak, yarısını görebildi. Onun da yarısı, büyük sıkıntılar içinde geçti… Biliyorum; Çünkü, kendi anlattı.

Bugün aramızda olmayan ağabeyi Mehmet’in peşinden Adana’dan kalkıp İstanbul’a gelmişti. İlk zamanlar, bulduğu her işte çalışmıştı. Sonra, hem üniversitede okuyan, hem de kitap dağıtımı ile uğraşan, yazarlarla dostluğu bulunan ağabeyinin bilerek/bilmeyerek etkisiyle, sergicilikle kitap dünyasına adım atmıştı. O yıllarda, kitapçıların dışında da, sokaklara serilip satılırdı kitaplar; epeyce de çok müşterisi olurdu…

2014 yılında kaybettiğimiz gazeteci-yazar ve yayıncı Bülent Habora, şöyle anlatacaktı o seneleri:
“Ağabeyinden ayrıldıktan sonra bir süre Habora Yayınevi’ni kullandı, dağıtım merkezi olarak. ‘Al’ deyip vermiştim büronun anahtarını, ‘İstediğin gibi kullan’ demiştim. Bir süre sonra kendine bir yer açtı. Yıllar sonra, Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde nikâh tanığıydım.”

Evet; yıllar yılları kovalamış, kitap sevdası, okuma uğraşı onu bir öğretmenle tanıştırmış; evlendiklerinden bir yıl sonra, bir kız evlatları doğmuştu. Adı, dağıtım şirketinin de ismiydi: Özgür…

Ben, 80’lerin başında, yayıncılığa yeni başladığı yıllarda tanımıştım onu. Türk yazarların yapıtlarından oluşan bir dizi hazırlamak istiyordu. Güven duymuştum basamakları adım adım tırmanan bu insana.

Özgür Dağıtım, sektör içinde önemli bir yere gelmişti. Ve o, çileli geçmişini hiç çekinmeden anlatabiliyor; geleceğe yönelik hayallerini sergilemekten korkmuyordu. İlkokul mezunu bu ufak tefek yapılı Adanalı, hem okuyarak, hem düşünerek, hem de maddi yönden kendini geliştirmek istiyor, saatlerce yapmak istediklerini anlatıyordu.

Ne mutlu ki, bana anlattığı düşlerindeki hemen her şeyi gerçekleştirecekti. Bunun için de azimle çalışacaktı. Ben de danışmanlığını yapacak, Özgür’ün sektördeki önemli yayınevlerinden birisi durumuna gelmesi için ona destek olmaya çalışacaktım…

Türk yazarları dizisinin ilk yazarı olan Çetin Altan’la tanıştırdığımda, kitaplarının basım hakkını almak için, haftalarca görüştü, gitti geldi, sabahlara kadar onu dinledi… Ve bu genç adam, yılların deneyimli ustası Çetin Altan’ın güvenini kazanmayı bildi. Benim yayına hazırladığım Türk Yazarları Dizisi’nin ilk kitapları böylece belirlenmiş oldu. Özgür Dağıtım, Özgür Yayın Dağıtım’a dönüştü…

Attilâ İlhan, Selim İleri, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Salâh Birsel derken, onun sermayesi, benim emeğimle dizi genişledi, büyüdü, genç isimler de katıldı…

Yayınevinin ilk günlerinde yanında iki isim vardı. Eski dostlarından, ne yazık ki kaybettiğimiz Mustafa Akay ve ben… Kader, beni bir dönem, onun dert ortağı ve sırdaşı konumuna da getirdi. O sıkıntılı günlerini, bizim evde veya onun evinde ya da Adanalı kebapçılarda saatlerce süren sohbetlerle atlatmasında biraz olsun payım oldu, diye düşünüyorum.

Yalnız yayıncılık üzerine konuşmazdık. Göztepe’deki evlerinin balkonunda çiçekler, hayvanlar da uzun gecelerimizin konukları arasındaydı. Bu sohbetler, günün ilk saatlerinde demli çaylarla sona ererdi…

Azmin ve iradenin çok güzel örneklerinden birisiydi. Türk yazarları dizisi büyümüş; artık, gerçek bir edebiyat dergisi çıkarmanın planlarını yapmaya başlamıştı. En büyük hayali olan bahçe içinde, çiçekler arasındaki ‘pembe panjurlu ev’i de satın almış; taşınmıştı… Yerleşmeye, arzu ettiği düzeni kurmaya çalışıyordu. Olmadı, 1995 yılında kaybettik!

Hayatta olmasını, sektördeki 50. yılını birlikte kutlamayı çok isterdim… Sevgili Refik Ulu, seni özlüyorum…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar