Çıt yok!

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Ölüm… Hayatın arka kapısı. Oradan çıkıp sessizce gidiyorlar teker teker. Önce, pek farkına varmıyor, hâlâ yanımızdaymışlar gibi hissediyorsunuz, - arka kapı olduğunu bilmenize rağmen – yoo, hayırrr, yapmamıştır bunu, terk etmemiştir diye düşünüyorsunuz; sonrası, büyük bir sessizlik!

Çıt yok!

İşte o sağırlıktayım bir kez daha; Enver Ercan’dan sonra biraz daha yalnızlaştım…

Dostlarımın çoğunun yaşça benden büyük olmasından, o sıralı ölümlerle çok erken karşılaştım… Edip Cansever’den Cemal Süreya’ya; Sevim Burak’ta Attilâ İlhan’a onlar, “her ölüm erken ölümdür” dizesini hiç unutturmadılar; beni eksilterek, içimde uçurumlar yaratarak arka kapılardan çıkıp gittiler…

Ölüm!..

Kunt bir kaya denli ağır, sessizce bir yerlerde bekliyor…

Enver’le kusursuz bir güfte ve beste yapmaya uğraşmadık hiçbir zaman. Yaşam, yanlış notalarıyla güzeldi bizim için. Bunu daha çok gençken öğrenmiştik. Daima kayalıklar, bataklıklar, yosunlar vardı, ama biz, hep ileri, hep ileri gidecektik…

Ne oldu?!

Varlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni, şair-yazar, yayıncı Enver Ercan o kapıdan çıktı, gitti sonsuza dek beni yalnız bırakarak…

40 seneye varan bir dostluk…

Hangi anıyı anlatsam?

Güneş Gazetesi’nin sanat sayfasını yönettiğim yıllarda Enver’le birlikteyiz… Onun gelişiyle sayfanın edebiyat gücü artıyor; birlikte harika manşetler yapıyoruz… Pazar sabahları onu evinden alıyorum, kahvaltımızı Beşiktaş’ta, bir pastanede ediyoruz… Caddeler boş, gazete boş; odamda koyu sohbetlerin tadını çıkarıyoruz…

Dostluğumuza ailelerimiz de katılıyor… Babasını çok seven, vefasını her zaman sürdüren kızı Özge henüz çok küçük… Sık sık birbirimizin evlerinde buluşuyoruz…

Sıkıntılı günler yaşadığında yanındayız… Bizde kalıyor, sabahlara kadar dertleşiyoruz…
Cep telefonlarının olmadığı o yıllarda hiçbir iletişim aracına gerek duymadan birbirimizi hiç kaybetmiyor, hep yan yana, omuz omuza duruyoruz…

Cemal Süreya, Kadıköy’deki Gençlik Kitabevi’nde edebiyatçılarla söyleşiler düzenliyor… Bir gün bana, “Ben, artık yapmak istemiyorum, sen sürdürür müsün?” diye soruyor… “Enver’le birlikte tabii ki… Sizinle halef selef olmak harika bir şey” diyorum…

Ve her cumartesi, kitabevinin asma katında bir yazar ağırlıyor, iki saat konukların önünde sohbet ediyoruz… Müthiş duyuluyor, İstanbul’un dört bir yanından izleyiciler geliyor, sevdikleri yazarlarla saatler geçirmenin keyfini yaşıyorlar…

Güneş Gazetesi’nden önce ben ayrılıyorum, sonra Enver…

İkinci şiir kitabı için önerdiği isimlerden Sürçüyor Zaman’a hemen, “işte bu, bu olmalı” diyorum… Kararsız olduğu diğer isimleri unutuyor, değerlendirmeme güveniyor “tamam” diyor… Birlikte yaşıyoruz yeni kitabının mutluluğunu…

Ben, bir dönem, Varlık Dergisi’ni yöneten şair Kemal Özer’e yardım ediyorum… Oradan ayrıldıktan bir süre sonra, derginin başına Enver geçiyor ve bugüne kadar çizgisini hep yükselterek onu yönetiyor…

Yıllar birbirini kovalıyor, Komşu Yayınevi’ni kuruyor, Yasakmeyve, Siyahi, Eşik Cini, Sıcak Nal isimli dergileri çıkarmaya başlıyor… Benim de üyesi olduğum Türkiye Yazarlar Sendikası’nda genel başkanlık yapıyor… Abdi İpekçi Mektup Yarışması’nda Birincilik Ödülü'nü (1996), Geçtiği Her Şeyi Öpüyor Zaman adlı kitabıyla Cemal Süreya Şiir Ödülü'nü ve Yunus Nadi Şiir Ödülü'nü (1997) kazanıyor.

Komşu Yayınları 2006 yılında Memet Fuat Yayıncılık Ödülü’ne değer bulunuyor.

Son yıllarda eskisi gibi sık görüşmüyoruz, ama her yaptığını dikkatle takip etmeye çalışıyorum…Biliyorum ki planladığı daha çok şey, hayata geçireceği projeler var…

O kötü hastalık karşısında direniyor, hiçbir zaman pes etmiyor… Hem tedavi görüyor, hem yılmadan çalışıyor, çalışıyor…

Sonra, her şey kayboluyor, edebiyat dünyasında yiten bir geleceğin sönüp gidişi karşısında öylece kalakalıyorum… Kabuğu yolunmuş bir ağaç gibi canım yanıyor…

İstanbul’da kar tozuyor, bulutlar hüzünlü; yüzüm solgun ve sönük…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar