Fazıl Say’ı dinlemek sadece dinlemek değildir

Feyzan E. TOP
Feyzan E. TOP KARŞI PENCERE feyzan.ersinan@dunya.com

Fazıl Say’ın 43. İstanbul Müzik Festivali kapsamında Süreyya Operası’nda verdiği müthiş konsere aylar öncesinden bilet aldım. Nitekim Kadıköy keşmekeşinden Süreyya Operası gibi bir vahaya kavuşmak belki de konserin başlangıcı için en iyi intibalardan biri idi. AKM’nin ne olduğunu unutan bizler Süreyya Operası gibi yıkılmamış, seçmece mütahitlerce henüz tarumar edilmemiş tarihi yapıları görünce akşam daha mı huzurlu uyuyoruz ne? Yıkılmamış tarihi bir sanat aleminde bazı kesimlerce “yasaklı” ilan edilen dünya çapında bir piyanist. Bundan daha filmlere yakışan bir hikaye olur mu? 

1994'te Genç Konser Solistleri Avrupa Yarışması’nda birincilik kazanan Say, 1995'te New York'ta yapılan kıtalararası yarışmanın da birincisi olarak konser kariyerine başladı. Öte yandan oratoryolar, piyano konçertoları, çeşitli formlarda orkestra, oda müziği ve piyano eserleri, şan ve piyano için şarkı bestelemeye başladı. Bu eserler arasında “Nâzım” ve “Metin Altıok Ağıtı” başlıklı oratoryolar, 4 piyano konçertosu, Zürih Üniversitesi'nin siparişi üzerine Albert Einstein’ın anısına yazdığı orkestra eseri, Wolfgang Amadeus Mozart'ın 250. doğum yılında Viyana'daki kutlama komitesinin siparişi dolayısıyla bestelenen “Patara” adlı bale müziği vardı. Fazıl Say kariyeri boyunca New York Filarmoni, St. Petersburg Filarmoni, Amsterdam Concertgebouw, Viyana Filarmoni, Çek Filarmoni, İsrail Filarmoni, Fransa Ulusal Orkestrası, Tokyo Senfoni gibi orkestralar eşliğinde konser verdi. 2007 Floransa Festivali'nin kapanış konserinde Zubin Mehta'nın yönettiği Floransa Orkestrası ile yirmi bin kişi tarafından izlenen bir açıkhava konseri sundu. Yine 2007 yılında Montreux Caz Festivali'nde piyano jürisinin başkanlığını yapan Say'ın, Türk saz şairi Âşık Veysel'in “Kara Toprak” adlı halk şarkısından esinlenerek bestelediği piyano parçasını da içeren aynı başlıklı CD, Amerika Birleşik Devletleri'nde Billboard listelerinde 6. sıraya yükseldi. 2008 yapımı “Sivas '93" tiyatro oyununun müziklerinin bestesi de sanatçıya ait. Pek çok albümün yanı sıra son çıkardığı “İlk Şarkılar” kanımca Fazıl Say’ın en iyi albümü. Hangi müzik türünden hoşlanırsanız hoşlanın bu albümü beğenmemek imkânsız. Son albüm “Say plays Say” ise daha profesyonel olmasına rağmen benim için çok da vazgeçilesi olmadı. Konserde Fazıl Say ise seyirciye bir girerken bir de çıkarken selam veriyor. Eski konserlerdeki mesajlar veren, konuşkan hali yok. Belki de kimi kesimlerce söylenenler söylendi diye düşünüyor, kimbilir. Sanatçının siyasetten uzak durması iyi bir şey zaten, işine de konsantre olmasına mani olmaz. Çalarken notaları mırıldanan, piyanonun bir ucundan bir ucuna giden belli ki saatlerce çalışmış bu büyük sanatçının en iyi özelliği Mozart’ı tertemiz, berrak bir biçimde çalması. Nice Mozart yorumu onunki kadar temiz çalınmıyor. Ellerine sağlık ve iyi ki varsın Fazıl Say… 

Diğer yandan elbet her bestenin bir hikâyesi var. Wolfgang Amadeus Mozart’ın Sonat No. 2 Fa Majör KV 280 eserinin Allegro assai, Adagio ve Presto eserlerini dinlerken konserde verilen kitapçıktaki hikâyeye bittim. İlk altı sonatını -Münih’te La Finta Giardiniera Operası’nın ilk temsilinde kendisinden, piyanist olarak bir şeyler isteneceğini düşünerek yazdığı sonuncusu dışında- 1744’te Salzburg’da, 18 yaşında besteleyen Mozart; o yıllarda, doğal olarak, tek konser piyanisti değildi: Mozart’ın en büyük rakibi Paris, Viyana, Berlin, Manheim gibi önemli müzik merkezlerinde, olağanüstü pasajları ve tirlleriyle tanınan “Herkül” gibi piyano çalan Ignaz von Beecke’ydi. Hayatlarında iki kez karşılaşmışlar, ikisi de performansları ile dinleyicileri büyülemişlerdi. Bir gün yazdıkları sonatlar için başlarından geçenleri birbirlerine yazıyorlardı. Mozart, Beecke'nin konserde dinlediğimiz sonatı dinledikten sonra “Bravo (!)” diye bağırdığını ve çalışırken de zaman zaman Viyana imparatorunu çekiştirdiğini anlatmış. Kötü müziğin kendisine dokunmadığını söylediğini ama iyi müziğin başını ağrıttığını yazmış ve eklemiş “Ne biçim kafası var ki; anlamadığı bir şeyi dinlediğinde başı ağrıyor...” 

İşte belki de söylenecek pek çok şey yıllar evvel söylenmiş çoktan. İnsan anladığı bir şeyi yasaklasa belki daha acınılası ama bilmediği anlamadığını yasaklamak hayli gülünç olmuyor mu? 

Türkiye’nin Demirel’in kaybı ile “baba”sız kaldığı bir Babalar Günü ertesi hepinize yeni değerler yaratma umuduyla iyi bir hafta dilerim.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Veda 11 Ocak 2016
Yeni bir yıl 04 Ocak 2016
Update olmak 28 Aralık 2015
Tedbirsiz iyimserlik 07 Aralık 2015
Osman Bey... 09 Kasım 2015
Biz kimiz? 02 Kasım 2015