Her yere yayılmış idiokrasi çıkmazından bıkmadık mı?

Feyzan E. TOP
Feyzan E. TOP KARŞI PENCERE feyzan.ersinan@dunya.com

Son günlerde büyük bir keyifle Zülfü Livaneli’nin “Konstantiniyye Oteli” isimli kitabını okuyorum. İtiraf edeyim yavaş yavaş okuyorum ki çabuk bitmesin… Hoş kitabın sonuna geldiğimde karşımda harika işlenmiş bir İstanbul bir Türkiye panoraması vardı. İstanbul’un en önemli semtlerinden birinde Konstantiniyye Oteli açılıyor. Ana kahramanımız önemli bir şirketin sahibinin baş asistanı. Her şey için koşturuyor ve elbette bu YENİ TÜRKİYE düzeninde karakterleri bize o aktarıyor. Patronu düzgün, janti bir adam. Sonradan görme, ilgisiz bir karısı var. Yine de bu mutsuz yaşamında düzeni bozulmasın diye hayatını ailesi için idame ettiriyor. 

Ancak kadın, adamın ön planda olmasından hiçbir zaman hoşnut değil. Her arada kendini öne çıkaracak bir şeyler yapma çabasında. Öyle ki Azeri ortaklarının da bulunduğu açılış gecesinde bu tarihi yerin öneminden dem vururken aksansız İngilizcesi ile “Kanuni the law maker” yerine “Kanuni the love maker” diyecek kadar da tecrübesiz ve yersiz özgüven sahibi. Kitapta Livaneli’nin en sevdiğim yanı yeni nesillere de tarihi bilgileri vermesi. “Serenad” kitabında da hâl böyle iken, Türklerin nasıl üstünkörü, parayla, itibarla “biz olduk” sanan ama aslında hiçbir şey olmayan bir millet olduklarına da dem vuruyor adeta. 

Romanda ölüler dünyasından bir karakter şöyle diyor: “Zaten aynı şehri anlatmıyor muyuz, bu şehirde hiçbir şey değişmez, tekrarlanır durur. Senin gibi yeni gelenleri dinleyince diyoruz ki, hep aynı şey, aktörler değişiyor sadece. Bir de kısa bir arayla oluyor bütün bunlar.” 

“Kısa mı? Bin beş yüz yıl diyordun.” 

“Evet ama, unutma ki ölüler için zaman sonsuzdur, mekan ise sınırlı.” 

“Hiç böyle düşünmemiştim” diye itiraf ediyor Zehra. 

Duydukları tuhaf şeyler ama daha önce de belirttiğimiz gibi genç kızın şaşırma duygusu yok olmuş durumda. Bu şehirde yaşarken yerin altını hiç düşünüp düşünmediğini soruyor ölü adam, Zehra hiç aklına gelmediğini söylüyor. İstanbul onun için üstündekilerden, caddeleri kaplayan uzun, yılankavi araba konvoylarından, insan kalabalıklarından ibaret. Ölü adam, yerin altında, üstündekilerden çok daha fazla insan olduğunu söylüyor. Zehra’ya yeryüzünde, tam üstündeki noktada ne aradığını soruyor. Ancak o zaman Zehra, bu yeni otelin bir Bizans sarayı üstüne yapıldığını hatırlıyor. Büyük gürültü koparan, basında günlerce tartışılan bir konu olmuştu bu. Zehra ölüye adını soruyor; Marcus olduğunu öğreniyor. Konstantinopolisli Marcus, ölü Marcus, hem de bin beş yüz yıldır ölü Marcus, ölü olmanın çok iyi bir şey olduğunu söylüyor. İşte hayat çizgisi bir döngüden ibaret. Aslında her şey şekil değiştiriyor ama aynı şeyler yaşanıyor. Ülkemizde de dünyada da durum budur. Peki günümüzü tasvir edecek olsak ne deriz? Dünyada da son yıllarda jargon oturmuş idiokrasi Türkiye için de geçerli olabilir mi? İdiokrasi bilgisiz, birikimsiz insanların erk sahibi olduğu yönetim tarzıdır. Şirketleri, belli kurumları ve kademe kademe en üste doğru katmanları inceleyin. Hep kendileri kabul etmese de yetersizlik hakim değil mi? Bu yanlış hesaplar, yanlış yönetimler felaketlere yol açmıyor mu? Livaneli işte tüm kitabında bunu anlatıyor aslında. Bu hafta yaz da biterken ofise dönmeden bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Hem çevrenizi farklı bir bakış açısıyla değerlendirmeye, hem de bu bakışla anlamlandırmaya çalışacaksınız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Veda 11 Ocak 2016
Yeni bir yıl 04 Ocak 2016
Update olmak 28 Aralık 2015
Tedbirsiz iyimserlik 07 Aralık 2015
Osman Bey... 09 Kasım 2015
Biz kimiz? 02 Kasım 2015