Hüzünlü Ağustos!

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

“Bazen altıda, bazen yedide, bazen sekizde bir kadeh koyarım. Bir deftere başlarım çizmeye. Bazen, sıkılır bırakırım çizmeyi. Başlarım bir şeyler okumaya. Bazen hulya kurarım, dünyayı düzeltmeye kalkarım. İstanbul’u tanzim ederim. Sonra buradan yavaş yavaş bazı uygulamalara giderim. Bazen de belirli bir malzemeden çıkarım yola. Nerede bir parça tahta bulursak onu getiririz. O tahtaya göre bir şeyler düşünmeye başlarım. Başlarım çizmeye. Tahtayı ölçerim, biçerim, ekseri de hesabı şaşırırım ya. Hayatımda sıkıldığımı pek az hatırlarım. Sıkılmayan adam olmaz pek değil mi? Ben de sıkılırım ara sıra. Ama gerçekten, sanatı eğlence gibi almışım. Şimdi bana sosyal sorular sorulduğu zaman, ben kendi açımdan o sorularda belki yalnız bağnazlığa karşı değil, bazı şeylere de karşıyım. Batı’yı taklit etmekle bir yere varamadığımızı görüyorum. Oysa ne varsa bu topraklarda var. Orta Asya’dan bu yana fiziksel ve ruhsal özelliklerimiz değişmiş olmasına karşın, bu topraklardaki her şey bize ait. Bu zengin kaynakları bizler değerlendiremedik. Yeni kuşakların en iyi şekilde değerlendirmesi dileğim.”

Kopuk kopuk bu cümleleri bir yerlere not etmişim. 1992 Ağustos ayında yitirdiğimiz heykeltraş Zühtü Müridoğlu’na aitler… Bugün de geçerli olduklarını düşünüyorum… Müridoğlu, Göztepe’de komşumuzdu. Sevgili Sunay Akın’ın bugün Oyuncak Müzesi’nin bulunduğu binanın hemen yanında otururdu… Onun için hazırladığım bir gece nedeniyle epey gidip gelmiştim evine…

Sanırım 80’lerin sonu veya 90’ların başıydı… Neredeyse 30 sene geçmiş çekicini asla bırakmadan 86 yaşında aramızdan ayrılan Zühtü Müridoğlu’yla sohbet ettiğimiz o günlerden bu yana…

Yine 1992 yılı Ağustos ayında yitirdiğimiz bir başka isim, bu kez edebiyat dünyasından değil, tiyatro sanatçısı Nisa Serezli… Onunla hiç tanışmamıştım, ama yarattığı “Tatlı Kaçık” tipini nasıl unutabilirm… Çok erken bir yaşta, 64’ünde gitmişti o bilinmeyen dünyaya… Tiyatroculuğunun yanında usta bir seslendirme sanatçısıydı… Yapacağı daha çok şey, oynayacağı daha çok rol vardı… Televizyondaki bir söyleşisinde anlattığı bir anıyı hazırlıyorum:

“Tatlı Kaçık” Ankara’da turnedeyken bir matine-suare arası kendisini Ankara Televizyonu’na, canlı yayına davet etmişler. Çekime nasıl yetişeceğini düşünürken matine biter bitmez, üstünü değiştirmeden, o yırtık pırtık giysileriyle gitmeye karar vermiş. Taksiye binip “Acil Sakarya Caddesi’ne götür” deyince şoför, üstü başı yırtık pırtık “kaçık” görünümlü müşterisine “götürürüm götürmesine, ama parayı da peşin alırım!” demiş…

Bugün, ikisini de özlüyorum… Ne yazık ki Zühtü Müridoğlu’ndan da Nisa Serezli’den de Ağustos aylarında, ölüm yıldönümlerinde pek söz edilmiyor… Unutuldular, demek istemiyorum, ama yeterince ne anılıyor, ne hatırlanıyorlar… Bir Nisa Serezli Ödülü vardı, o da yıllardır verilmiyor sanırım… Afife Tiyatro Ödülleri’nde Nisa Serezli Aşkıner Özel Ödülü hâlâ sürüyor mu, onu da bilmiyorum…

Ağustos, bence kaybettiklerimiz nedeniyle nankör bir ay… Muzaffer İzgü (2017), Vedat Türkali (2016), İlhan Berk (2008), Can Yücel (1999), Bekir Yıldız (1998), Turgut Uyar (1985), Abdülkadir Bulut (1985) bu ay içinde kaybettiğimiz edebiyatçılarımız… Peki, hatırlanmak açısından onlar için durum farklı mı? İzgü’yü ve Türkali’yi daha yakınlarda yitirdik, ama diğerleri, bana edebiyatı sevdirenler arasında yer alan Berk, Yücel, Yıldız, Uyar, Bulut… Aynı masaları paylaştığım, evlerinde yemek yiyip sohbet ettiğim dostlarım…

Bu çok sıcak, herkesin azıcık serinleyebileceği bir yerlere sığındığı Ağustos ayında aramızdan ayrılmaları mı hak ettikleri gibi anılmamalarının nedenlerinden birisi… Can Yücel, Datça gibi bir tatil beldesinde yattığı için mi daha şanslı?!

Belki de bütün kabahat, bu “kirli Ağustos”un… Ağustos doğumlu Edip Cansever’in o ünlü dizesindeki gibi gözkapaklarımız yandığından birçok şeyi yeterince göremiyoruz!..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar