Sille’de…

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Sille, Konya’nın Selçuk ilçesine bağlı, kent merkezine 7 kilometre uzaklıkta bir yerleşim birimi… Yukarıdaki barajdan gelen suyun küçük bir dereye dönüştüğü, dağlara doğru uzanan bir kent. Eğer bahar aylarında giderseniz, akasya ve iğde kokuları ciğerlerinizi doldurur.
Kendi adını taşıyan taşlardan yapılan evleri, Hristiyanların bin 800, bin 900 yıl önce saklandıkları mağaraları, Aya Elena Kilisesi ile saklı bir kent izlemini uyandırır bende… Konya’ya gittikçe mutlaka uğramak isterim…

Son yıllarda olmadı, Sille’yi ziyaret edemedim; taa ki geçtiğimiz günlere kadar. O “saklı kent”, salaş köy yerine bu kez küçük setlerden mini şelalelerin aktığı deresiyle bakımlı bir köy karşımdaydı. Aya Elena Kilisesi restore edilip ziyarete açılmıştı; birkaç kahvenin yerini Nişantaşı tarzında cafe’ler ve çok çok yiyip içilecek mekânlar almıştı. Hâtıralarımdakine hiç benzemeyen bambaşka bir dünyaya gelmiştim…

Bu kez tarih öncesine yolculuk yapmamış, şehrin 8 kilometre ötesinde bir yerleri ziyaret ediyorduk sanki…

Tarihi öyküsünü anımsadım:

İsa’nın doğumundan 327 sene sonra Bizans İmparatoru Konstantinus'un annesi Helena, hac için Kudüs'e giderken Konya'ya uğramış; buradaki ilk Hıristiyanlık çağlarına ait oyma mabedleri görünce, Hıristiyanlara Sille'de bir mabed yaptırmaya karar vermişti. Mihail Arkhankolos adına Aya Elena ismi verilecek bu kilisenin temel atma töreninde bulunmuştu. Kilise, asırlar boyu onarımlar görerek günümüze kadar gelebilmişti…

Uzun yıllar öncesi gelişlerimizde bekçisine telefonla ulaşmaya çalışırdık. Genellikle yerinde olmazdı, kilisenin kapısını kilitleyip bir yerlere giderdi. Telefonla bir türlü ulaşamadığımız bekçi, çoktan Sille’den ayrılmış olurdu.

Neyse ki artık çevre düzenlemesi yapılmış, restore edilmiş, Pazartesi günleri hariç her gün gezilebilen bir yapı vardı karşımızda…

Kilise, düzgün kesme Sille taşı ile yapılmıştı. Avlusunda kayalara oyulmuş odalar bulunuyordu. Kuzeye açılan kapısından dış nartekse giriliyor, burada kadınlar mahfeline çıkan iki yönlü taş merdivenler yer alıyordu. Ana kubbesi dört fil ayağı üzerinde olup üç nefliydi. Kilisenin içerisinde ahşaptan, üzeri alçı süslü bir vaaz kürsüsü ile apsisle ana mekânı ayıran ahşap alçılı kafes gerçekten güzeldi. Kubbe geçişlerinde ve taşıyıcı ayaklarda Hz. İsa, Hz. Meryem ile havarilere ait resimler bulunuyordu. Bütün bunları, uzun yıllar, telörgülerin arasından, pencerelerden görmeye çalışmıştım.

İçeriye girebilsem, kilisenin iç yapısının üstünde Yunan harfleriyle yazılmış Türkçe bir tamir kitabesi kilisenin tarihi hakkında bilgi verecekti. Bu kitabenin 1833 tarihli olduğunu görecektim. Aynı kitabenin üzerinde ise kilisenin Sultan Mecit döneminde dördüncü kez onarım gördüğünü belirten üç satırlık bir kitabe daha bulunduğunu fark edecektim...

Gidişlerimin birinde içine girmeyi de başaracaktım. Okuduklarım, anlatılanlar, kıyıdan köşeden görmeye çalıştıklarım gerçeğe dönüşecekti. Ancak, bu kez Pazartesi günü olduğundan restore edilmiş halini göremedim. Bu nedenle bilgilerimi tazeleyemedim, anımsadıklarımla sınırlı kaldı…
Beş bin yıllık tarihi ile çeşitli toplumlara ev sahipliği yapmış bir ticaret ve kültür merkezi
 Sille. Konya’ya egemen Takkeli ile Gevele Dağları'nın arasındaki vadide yer alıyor… Bu sönmüş yanardağların çevresinde tepeler oluşmuş. Kudüs’e giden hac yolu üzerinde… Ve buralardaki mağaralarda Hıristiyanlar, uzun yıllar saklanmışlar…

Birçok olaylara sahne olan Gevele Dağı’nın adının Frigya tanrıçası Kybele’den geldiği söyleniyor…
 Sille de, su perisi Silene’den türetilmiş. Mitolojiye göre Frigya kralı Midas, Silene’yi, içtiği suya içki katarak yakalamış ve esir almış.

Sille’de bir zamanlar ikâmet eden Rumların ve Rumlaşmış Bulgarların, Bizans devrinde iskân edildiği de biliniyor. Selçukluların yerleştirme politikası ile Konya'daki Rumlar da onlara katılmışlar.

Köyde yedi kilise var, bunların dördünü görebilmek mümkün… Ancak, en iyi korunan Aya Elena… Daha sonraki yıllarda, yedi adet de cami yapıldığı söyleniyor…

Bu arada, Sille’de Hacı Ağa ve Subaşı adlarında iki hamam kalıntısı da bulunuyor…

Yıllar önce Sille ile ilgili elime geçen bir broşürü inceledikten sonra şöyle yazmışım:

“Broşürde ‘On asrın mamur, son elli yılın mağdur nahiyesi Sille’ diye yazıyor… Gerçekten de bu önemli belde, ister Toledo’ya benzetin, ister dini merkez deyin, ister kafa dinlenilecek nefis bir mekân, terk edilmiş bir kent görünümde.”

Bu gidişimde gördüğüm kadarıyla Sille, artık terk edilmiş bir kent görünümünde değil; ama yukarıda da vurgulamaya çalıştığım gibi “eski kent” gibi de gözükmüyor! Bir ara “formül” bulunamaz mı?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar