Trump ve Powell gerilimi nereye gidiyor?

ABD Başkanı Donald Trump’ın, kendi ata­dığı Merkez Bankası Baş­kanı Jerome Powell’ı medya önünde hedef al­ması yeni bir durum değil. Bu alışkanlık, Trump’ın ilk başkanlık dönemine kadar uzanıyor. Trump, Şubat 2018’de Powell’ı Fed başkanlığına atadık­tan kısa bir süre sonra onu kamu­oyu önünde açık açık eleştirmeye başlamıştı. İlk başlarda üslubu nis­peten yumuşaktı. Nitekim Temmuz 2018’de şunları söylemişti: “Fed’in başına çok iyi birisini getirdim ama her zaman onunla aynı fikir­de değilim çünkü faiz oranlarını artırıyor.”

Trump’ın bu sözleri, Powell’ın faiz artışlarına karşı duyduğu hoşnutsuz­luğun ilk sinyalleriydi. Hatırlanacağı üzere, 2018 başında Powell göreve geldiğinde enflasyon yüzde 2,2 sevi­yesindeydi. Aynı yılın haziran ayın­da enflasyon yüzde 2,9’a çıkacak ve Fed bu yükselişi öngörerek faiz artış­larına başlayacaktı. Ancak enflasyo­nun düşmeye başlaması bile Trump’ı tatmin etmedi. Fed’in 2019’un ikinci yarısında başlattığı faiz indirimleri de onun gözünde yeterli değildi.

Trump’ın eleştirileri giderek sertleşti ve kişisel hakaretlere dö­nüştü. 11 Eylül 2019’da attığı bir tweet, bu değişimin zirve nokta­sıydı: “Federal Reserve faiz oran­larımızı SIFIRA, hatta daha da aşağıya indirmeli… Bunu yap­mamıza engel olan tek şey Jay Powell ve Fed’in safça davranma­sı. Diğer ülkelerin yaptığı şeyi biz yapamıyoruz. Hayatta bir kez ele geçecek bir fırsatı ‘kemik kafalı­lar’ yüzünden kaçırıyoruz.”

Düşük faiz ısrarının siyasi nedeni

Trump’ın bu ısrarının temelin­de siyasi bir motivasyon yatıyor­du. Siyasal liderler, özellikle seçim dönemlerinde, ekonomide hızlı bü­yüme ve artan gelirle seçmen des­teğini artırmak ister. Ancak bu tür bir büyüme talep yönlü olduğun­da, yani faizleri düşürerek halkın harcamalarını teşvik ederek sağ­landığında, enflasyon riski de be­raberinde gelir. Bu durum, gelir da­ğılımını bozabilir ve geniş toplum kesimleri tarafından hissedilme­yen bir büyümeye neden olabilir. Merkez bankalarının temel görevi, bu tür “şişirilmiş” büyümenin önü­ne geçmek ve fiyat istikrarını koru­yarak arz yönlü, sürdürülebilir bir büyüme zemini yaratmaktır.

Peki, geniş kesimler tarafından hissedilemeyen bir büyümeyi bir siyasetçi neden ister? Cevap ba­sit: Düşük faiz politikasının enf­lasyonist etkileri gecikmeli gelir. Ancak büyüme hemen hissedilir. Trump’ın 2019’daki düşük faiz ta­lebi, yaklaşan seçimlere yönelik bir stratejiydi.

Bu olgu, ekonomi literatüründe “zaman tutarsızlığı” olarak bilinir. Kısa vadede olumlu görünen düşük faiz politikaları, uzun vadede olum­suz sonuçlar doğurabilir. Bu yüz­den merkez bankalarının siyasetçi­lerden bağımsız bir şekilde hareket etmeleri gerekir.

Trump’ın sözlü müdahaleleri ne kadar etkili?

Yapmış olduğumuz bir akade­mik çalışmada, Trump’ın birin­ci döneminde Powell ve Fed’e yö­nelik “faizleri indir” söylemlerini sistematik olarak derledik.(1) Her yıl kaç kez kamuya açık biçimde bu yönde açıklama yaptığına da­ir verileri görselleştirdik. Şekil­de mavi sütunlar, Trump’ın önce­ki dönemlerdeki ABD başkanları ile karşılaştırıldığında ne denli alı­şılmadık bir sözlü müdahale pra­tiği geliştirdiğini ortaya koyuyor. Trump, başkan olduktan sonra gi­derek artırdığı sözlü müdahaleleri seçim senesinde ivmelendiriyor ve 2020 başında görevi Biden’a devre­dene kadar da sözünü esirgemiyor.

Trump’ın birinci dönemi bo­yunca giderek artan siyasi baskıya rağmen, yaptığımız çalışma bu tür söylemlerin finansal piyasalar ve­ya Fed kararları üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığını gösterdi. Bu­nun doğal bir sonucu olarak, şekil­de kırmızı çizgi ile gösterilen enf­lasyon oranının da örneklemimiz süresince yüzde 2,5’i aşmadığını, fiyat istikrarının hakim olduğunu görüyoruz. (TABLO1)

Trump ve Powell gerilimi nereye gidiyor? - Resim : 1

İkinci Trump döneminde ise tablo farklı olabilir. Özellikle son aylarda Trump’ın Powell’a yönelik söylemle­ri adeta bir hakaret bombardımanı­na dönüştü. “Aptal”, “moron”, “düşük zekalı”, “yavaş”, “inatçı katır” gibi sı­fatların ardından 18 Haziran 2025’te şu ifadeyi kullandı: “Acaba kendi­mi mi Fed başkanı yapsam?” Ve 30 Haziran’da bir başka çıkışı daha ol­du: “Bir sonraki Fed başkanı faiz­leri indirecek birisi olacak.”

Bu söylemler, sadece Powell’a de­ğil, doğrudan merkez bankası ba­ğımsızlığına bir müdahale niteliği taşıyor ve ABD kurumlarının zayıf­ladığı algısını pekiştirerek finansal piyasaları tedirgin ediyor.

Henüz Trump’ın ikinci başkanlık döneminin piyasalar veya Fed poli­tikaları üzerindeki etkilerine dair kapsamlı bir akademik çalışma ya­pılmamış olsa da, yukarıda bahset­tiğim çalışmamızdan görüyoruz ki kurumsal bağımsızlığın zayıf oldu­ğu bizim gibi ülkelerde bu tür baskı­lar enflasyon beklentilerini bozarak piyasa faizlerini yukarı itebiliyor.

Bu nedenle Fed Başkanı Powell, basın toplantılarında sürekli Fed’in siyasi baskılardan bağımsız çalıştığını vurguluyor. ABD baş­kanının Fed başkanını görevden alma yetkisi -en azından şimdi­lik- bulunmuyor. Powell, yasaların koruması altında olduğu için bu güvenle konuşabiliyor; ancak ken­disinden sonra gelecek Fed başka­nı üzerinde herhangi bir kontrolü bulunmuyor. Bu belirsizliğin enf­lasyon beklentilerini bozmaması için Fed’in güçlü bir iletişim kam­panyası yürüteceğinden şüphe duymamak gerekir.

Geçen günlerde The Economist dergisine bir yazı kaleme alan es­ki guvernörlerden Richard Clarida, Fed’in faiz kararlarının bir kişi de­ğil bir komite tarafından alındığını hatırlatırken, 12 kişilik Fed karar alma komitesinin (FOMC) beş üye­sinin ABD başkanı tarafından değil bankalar tarafından seçilen bölge­sel Fed başkanlarından oluştuğunu hatırlatıyor. Clarida, hatalı bir Fed başkan adayının enflasyon beklen­tilerini bozarak tahvil faizlerini da­ha da yukarı çekebileceğini ve Sena­to onay sürecini zorlaştırabileceğini vurguluyor. Bu şekilde, yanlış kur­gulanan para politikasının finansal piyasalar ve enflasyon dinamikleri üzerindeki yıkıcı etkilerinin altını çizerek bir nevi “aba altından sopa” gösterildiğine dikkat etmek gerekir.

Sonuç olarak, Trump sadece Powell’ı değil, kurumsal para poli­tikası yapısını da hedef alıyor. Bu sürecin hem ABD ekonomisi hem de küresel finansal istikrar için ne gibi sonuçlar doğuracağını izleme­ye devam edeceğiz.

Dipnot: Do Financial Markets Respond to Populist Rhetoric? (Cem Çakmaklı ve Gökhan Güneş ile), Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 86, 3 (2024), 541-567.

Yazara Ait Diğer Yazılar