Yazlık sinemalardan festival gecelerine…

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Yaz gecelerinde açıkhava sinemaları, hiç unutamadığım çocukluk anılarımdan birisidir. Gündüzden gider, sıraya girip “aileye mahsus” yerlerden biletlerimizi alırdık.
Havanın bir an önce kararması için, hani deyim yerindeyse elimden geleni yapardım… Zamanı çabuk geçirebilmek amacıyla daha bir hevesle oyunlar kurar, oynardım… Güneş evlerin -apartmanların değil- ardına indiğinde de çabucak yemeğimizi yer, sinemanın yolunu tutardık… Cızırtılı hoparlörden gelen Türkçe parçaların sesine yaklaştıkça, sinemaya yolumuzun az kaldığını anlardım…

Koltukaltlarımızda minderler, elimizde film arasında yemek için annemin hazırlayıp kesekâğıdına -naylona değil- koyduğu nevale, birbirine çakılmış, oldukça rahatsız tahta sandalyelere yerleşirdik…

Işıklar söner, yalnızca büfedeki kırmızı kâğıtla kaplı tek bir lamba açık kalırdı… Hani o bugün artık olmayan Olimpos, Fertek gazozlarının satıldığı büfe… Büfecilerin taşıdıkları dolu kasaların içindeki gazoz şişelerine açacakları sürte sürte sattıkları gazozlar, mutlaka alınması gerekendi. Şişeyi, hiç bitmesin diye ufak ufak yudumlar, filmin gerilimiyle orantılı olarak da içiş ritmimi değiştirirdim…
Yalnız bu satırlar, o yaz sineması günlerimi dile getirmeye tabii ki yetmiyor. Hani anlatsam roman olur, dense yeridir; o tür anılarla, duygularla yüklü açıkhava sinemaları günleri…

Sonra yıllar yılları kovaladı, yazlık sinemalar birer birer tarihe karıştı… O lezzet de beyin damağıma hiç unutulmamak üzere yerleşip kaldı…

Derken, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenlediği festivallerdeki konser geceleri geldi. Bu kez beyazperde yoktu karşımda ama geceye hazırlanışım ve etkinliklerde yaşadıklarım hiç de yabancı değildi. Beynimin gri kıvrımlarını titreştiriyor, derinlerdeki bir yerlerde sinema günlerini saklayan hücreleri sanki gıdıklıyordu…

Galiba aslolan, yaşananların tortusu duygular… Geçmiş zaman dehlizlerinde kalan yazlık sinemalarda izlediğim filmleri tekrar TV’de gördüğümde; onların çoğu için “bunları nasıl beğenmişim!” gibi duygular yaşamamdan belli. O filmleri güzel kılan, o zamana mahsus hissettiklerimdi. Farklı koşullarda, aynı etkiyi yaratmıyorlardı…

Oysa festival geceleri için böyle düşünmüyorum… O konserleri yıllar içinde müzik çalarlardan yeniden yeniden dinledikçe, orada bulunmam daha da anlam kazanıyor… Beğenilerimiz gelişiyor, kulaklarımız eğitiliyordu sahne alan sanatçılar sayesinde…

Yaz sinemalarından festivale, o senelerden bugüne zaman içinde o kadar çok şey değişti ki… Neyse ki festivaller sürüyor… Koruyabildiğimiz güzelliklerden biri…
İşte İKSV tarafından 47. kez, E.C.A. Presdöküm Sanayii AŞ. sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Müzik Festivali, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirilen açılış töreni ve konseriyle başladı.

30 Haziran’a kadar devam edecek festival, müziğin aydınlanma yolculuğundaki rolünü ve evrendeki ikiliklerden doğan hikâyeleri “Var Olmanın Karanlığı, Var Olmanın Aydınlığı” temasıyla sahnelere taşıyor. İstanbul Müzik Festivali bu yıl, Barok müziğin devleri Bach, Vivaldi, Handel’den 20. yüzyılın en çarpıcı bestecilerinden Şostakoviç’e, klezmerle yoğrulmuş caz müziğinden Osmanlı klasik müzik geleneğinin zenginliklerine ev sahipliği yapacak. Festival kapsamında ayrıca ücretsiz hafta sonu konserleri, konsere doğru etkinlikleri ve çocuk atölyeleri de düzenlenecek.

Bu sene de kaliteli etkinlikler birbirini izleyecek. Eğer yaz sinemaları çağını yakalamışsanız, izlerken farklı bir haz da duyumsayacaksınız. Çok derinlerden gelen bu farklı duyguyu önce pek anlayamayacak, sonra çocukluğunuzdan, gençliğinizden, oralardaki yaz gecelerinden izler yakalayacaksınız. Ve o izlerin nadasa bırakılmış tarlalar gibi yeniden verimli hale dönüşmeye hazır olduğunu duyumsayıp mutlu olacak, “iyi ki festivaller var” diyeceksiniz…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar