Orta gelir tuzağının olumsuzluğu ve Yeldan’ın önerileri

Osman AROLAT
Osman AROLAT AROLAT'tan osman.arolat@dunya.com

 

Orta gelir tuzağı (OGT) kavramı literatüre 2011 yılında Amerikalı Profesör Barry Eichengreen tarafından sokuldu. Ve geç kalmadan bizim ülkemizde de 2012 yılında MÜSİAD ve TÜRKONFED raporlarıyla taşınarak tartışma gündeminde yerini aldı.

Önce, orta gelir tuzağı (OGT) tanımına yer verelim:

Orta gelir tuzağı süreci yaşayan ülkelerde olgunlaşan teknolojiler giderek eskirken, demokratik kurumlar sivil toplumun çeşitlenen talepleri karşısında yetersiz kalır ve ekonomileri patenaj yapar. Bu noktadan sonra bu tür ülkeler büyümenin kaynağını ucuz işgücü ya da daha fazla doğal kaynak kullanımına dayandırırlar. Üretkenlik kazanımına, teknolojik sıçramaya dayalı katma değer artışını sağlayamazlar. Bu da düşük büyüme döngüsü içersinde OGT tuzağına düşmalerine yol açar. Erinç Yeldan, İşveren dergisinin mart sayısında konuyu ele alırken, Türkiye’nin düşük orta gelir düzeyinde yüzde 2.6 büyüme ortalamasıyla 50 yıl geçirdiğini ve 2005 yılında orta gelir tuzağına girdiğini söylüyor. Bize benzer iki iki ülke Bulgaristan ve Kosta Rika’nın düşük büyüme hızıyla 50 yıl geçirdiklerini OGT içinde debelendiklerini belirtiyor.

Buna karşılık OGT içinde 17 yıl kalan Çin’in yüzde 7.5’luk geçiş dönemi büyüme ortalamasıyla, 19 yıl kalan Formozza’nın de yüzde 7 büyüme ortalamasıyla OGT’den çıktıklarını belirtiyor. OGT içersinde 19 yıl kalan Güney Kore’nin de yüzde 7.2’lik geçiş dönemi büyümesiyle OGT dışına çıkmayı başarmasının altını çiziyor.

Yeldan, Türkiye’nin 2000’li yıllarda ithal sermaye girdisine bağımlı bir büyüme stratejisi içersinde, ithalatını finanse ettiği ölçüde büyüyebilen, aksi durumda krize sürüklenen inişli çıkışlı, oynak bir büyüme politikasına bağımlı bir ülke olarak orta gelir tuzağına düştüğünü belirtiyor.

TÜRKONFED için yaptığı iki araştırmanın sonucundaki bulgulara dayalı olarak “Birden fazla Türkiye ekonomisi” olduğunun altını çiziyor. Yüksek gelirli Türkiye’nin, yoksul Türkiye’den ucuz işgücü ve iktisadi kaynak çekerek, yoksul Türkiye’yi kalıcı olarak yoksulluğa hapsederek, ülkeyi ikili bir tuzak içersine ittiğini iddia ediyor.

Yeldan, İktisat ve Toplum Dergisindeki makalesinde ise Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, “Üretkenlik yorgunluğu” olarak isimlendiriyor. 2008 yılına kadar süren üretkenlik kazanımını “Sahte Lale Devri” olarak tanımlayıp, sürdürülebilir bir sanayi hamlesi için yapılması gerekeni şöyle ortaya koyuyor:

“Kanımca başlangıç noktamız, kalkınmanın aynı şeylerle daha yoğun üretildiği uzmanlaşma değil; henüz üretilmemiş yeni şeylerin üretilmeye başlanması anlamını taşıdığı ve ulusararası işbölümünde daha yüksek katma değerli mallar üretmeyi içeren bir model olmalıdır.” Yeldan bunun için “devletin görünmez hakem” olduğu değil, “Piyasa etkili” piyasayı tahrik eden, olumlu olarak harekete geçiren, teknoloji ağırlıklı politikalarına ihtiyaç oduğunu söylüyor.

Bu olmazsa,”Yüksek gelirli Türkiye’nin, ortalama 3.5 yıl eğitimli ve asgari üç çocuğa sahip olarak, ucuz işgücü deposuna dönüştürülmüş inançlı nesilleri barındıran, yoksul Türkiye arasındaki uçurum tüm Türkiye’yi aşağıya çekmeye devam eder” diyor.

Daron Acemoğlu ise orta gelir tuzağı ile rejimlerin otoriterleşmesi arasında derin bağ olduğunu belirtiyor...

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar