TÜSİAD 45. Genel Kurulu’nda düşündüklerim

Osman AROLAT
Osman AROLAT AROLAT'tan osman.arolat@dunya.com

TÜSİAD benim kuruluştan bu yana izlediğim bir işveren kuruluşu. Dün, TÜSİAD 45. Genel Kurulu’nu gerçekleştirirken, ben de kongreyi izlerken tanıdığım TÜSİAD ile ilgili bir değerlendirme yapmayı uygun buldum.  

TÜSİAD 45. Genel Kurulu’nda dün, Yüksek İstişare Kurulu başkanı olarak son konuşmasını yaparken Erkut Yücaoğlu, 26 yıl yönetim kademelerinde görev aldığını belirterek, bu dönemdeki gelişmeler ve TÜSİAD’ın AB üyeliği, demokrasi, hukuk,  Anayasa ve eğitim konularındaki çalışmaları ile ilgili bilgiler verdi. Başarılar ve başarısızlıklardan söz ederek bir bilanço sundu.

Yücaoğlu’nun konuşması beni 1970’li yılların TÜSİAD  ilk başkanı  Feyyaz Berker’in dönemine, Dörtler apartmanından dönemin Genel Sekreteri Güngör Uras’ın hazırladığı raporlar ve küçük boy Görüş dergisini haber yapmak için matbaadan gelmesini beklediğimiz günlere götürdü. TÜSİAD o dönemden bu yana “bağımsız bir işveren derneği” olarak, hep “kendi bildiğini doğru açıklayan”, üyelerinin sorunlarını “çekincesiz dile getiren” bir kurum oldu. İş dünyasının “bağımsız sesi” olma özeliğini aldığı eleştirilere karşın, sürekli olarak sürdürdü. 

Zaman zaman demeçleri ve raporlarıyla iktidarların tepkisini çekti. Çoğunlukla bu onların geri adım atmalarına, doğru bildiklerini söylemekten geri durmalarına yol açmadı. Ancak, bazen bilim adamlarına hazırlattıkları bazı raporları yoğun eleştiri aldığında, rapordaki görüşlerin kendilerinin değil bilim adamlarının olduğunu söyleyerek geri adım attılar. Ama, 45 yıllık dönemde TÜSİAD ağırlıklı olarak Türkiye için demokrasi, ekonomik değerlendirmeler, hukuk, eğitim, nüfus ve dış ekonomik ilişkiler konuları başta olmak üzere birçok konuda hep “Doğru bildiğini  söyleyen” bir kurumsal söyleme  sahip oldu...

Dün, görevini Cansen Başaran Symes’e devretme öncesi yaptığı konuşmada Haluk Dinçer de bu geleneği sürdürdü. Güncel konularda eleştirel değerlendirmeler yaptı:                                              

•İfade özgürlüğü vazgeçilmez bir değerdir. Bunun hangi hallerde sınırlandırılacağı Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde tanımlanıyor.

•Hukuk devletinde hangi eylem ve söylemlerin suç olduğu hukuk çerçevesinde belirlenir. Aksi halde keyfi sınırlamalar basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırır.

•Cumhuriyet döneminin kıymetini anlamayan ve anlamak istemeyenler, bu deneyimin derinliğini, dünya ve islam tarihi açısından yeterince incelemeyenlerdir.

•Osmanlı İmparatorluğu insanlığın önemli siyasi ve kültürel kaynaklarından biridir. Fakat İmparatorluğun sanayi devrimini yapamamış, çağdaş devlet sistemine, demokratik yurttaşlık toplumuna geçememiş dönemlerine özlem, anlamsız bir tutum olur.

•Kuşkusuz 21. Yüzyılda demokrasi yeni bir sınamayla karşı karşıya. Tüm çağdaş demokratik ülkelerin daha katılımcı, daha sağduyulu, daha cesur ve daha insan odaklı bir siyaset yapmaları gerekiyor.

•Türkiye kendi tarihsel deneyimine sadık kalarak, bir yandan tüm inançların koruyucusu olması gereken laiklik ilkesine sahip çıkmalı. Diğer yandan kendi Avrupa projesini şekillendirerek, AB ile yeni bir dil ve diyalog geliştirmelidir.

•Sanayinin toplam ekonomi içindeki payından memnun değiliz. İstihdam yaratmayan yada kalitesiz istihdam yaratan büyümenin nedeni budur. Bu oranı yüzde 15’lerden yüzde 20’lere nasıl yükseltebiliriz...   

Yazımı TÜSİAD eski Başkanı Ali Koçman’la ilgili bir anıyla bitireyim. 80’li yılların sonunda bir dostumuzun davetinde Ali Koçman’a  1970’li yıllarda bir sol örgütün kendisini fidye için kaçırma kararı aldığını, ama yaptıkları araştırmada “çok şişman olduğunu” görüp vazgeçtiklerini anlattığımda, “Hep şişmanlığımdan şikayet ederdim. Bak işe yaradığı, faydalı olduğu da oluyormuş” diyerek çok gülmüştü...
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar