Benchmarking yaparken dikkat!
İş hayatında benchmarking diye bir uygulama var. Senelerce iyi uygulama olarak kabul ettik. Bir şirketin kendi ürün, süreç veya hizmetlerini; rakiplerin, sektör liderlerinin ya da farklı alanlardaki en iyi örneklerin (best practices) performansıyla sistematik olarak kıyaslaması ve aradaki farkı kapatmaya çalışması anlamına gelir.
Aslında olayın özü şu: “başkaları ne yapıyor, biz nasıl yapıyoruz, aradaki farkı kapatalım.”
Doğru uygulanırsa faydalı
Mesela kör noktaları açığa çıkartır. Şirketler olarak genellikle kendi rutinlerimizin içinde “bizim yöntem en iyisi” zannına kapılırız. Benchmarking bu illüzyonu kırar. Rakiplerin ya da farklı sektörlerin çözümlerini görmek, verimsiz noktaları fark ettirir.
Bir diğer faydası da verimlilik ve kalite artışı sağlamasıdır. En iyi uygulamalardan öğrenilen süreçler, maliyetleri düşürüp hizmet/ürün kalitesini yükseltebilir. Toyota’nın üretim süreçlerinden esinlenen pek çok otomotiv dışı şirketin verimliliğini artırması tipik bir örnek olarak gösterilebilir.
Ben yaratıcılığı tetiklediğini de düşünüyorum. Özellikle “cross-industry benchmarking” yani farklı sektörlerden öğrenme, yepyeni iş modelleri doğurabilir. Havayolu sektöründen esinlenen düşük maliyetli otel zincirleri ya da Airbnb’den esinlendiğini düşündüğüm araç kiralama platformu Turo gibi.
Ayrıca unutmayalım ki şirketiniz sadece kendi sektöründekilerle değil, aynı zamanda müşterinizin zihnindeki “standartlarla” yarışır. Örneğin bu dönemde bir banka, kendini diğer bankalarla kıyaslamaktan çok, Amazon’un hız ve kolaylığı ile kıyaslamak zorunda kalabiliyor.
Hatalı uygulanırsa zarar verir
Benchmarking hatalı uygulanırsa taklitçiliğe yol açar. En tehlikeli yanı “başkası yapıyor, biz de yapalım” mantığıdır. Bu yaklaşım özgün strateji ve farklılaşmadan uzaklaştırır, tersine şirketinizi rakiplerin gölgesine sokar. Michael Porter’ın uyardığı “rekabeti kopyalamak = sıfır kâr savaşı” riski budur.
Diğer bir risk, farklı coğrafya, kültür ya da ölçekten alınan verilerin körü körüne uygulanmasıdır. ABD’de işe yarayan bir insan kaynakları uygulaması Türkiye’de aynı etkiyi göstermeyebilir. Bu ülkemizde en yaygın yapılan benchmarking hatasıdır. Özellikle ABD’de uygulanan yönetim prensiplerini, aynen alıp uygulamaya çalışıyoruz. Ya da kendi sektörümüz ya da farklı sektörden bir strateji veya iş uygulamasını beğenip, aynen kullanmaya çalışıyoruz. Oysa bırakın sektörü, ölçek dahi uygulama başarısını etkiler.
Ayrıca, sürekli başkalarının verimliliğine bakmak, kısa vadeli bakışı güçlendirir ve uzun vadeli vizyonu öldürür. Şirketiniz kendi özgün yolunu oluşturmak yerine sürekli başkasının hızına göre koşar. Bu da stratejik miyopluğa sebep olur.
Bir diğer konu benchmarking işinin ciddi metodoloji ve kaynak gerektirmesidir. Ayrıca yetkisiz bilgi paylaşımı, ticari sırların açığa çıkmasına ve hukuki sorunlar yaşanmasına sebep olabilir.
Son olarak, çalışanlarınız sürekli “başkaları bizden iyi yapıyor” mesajını alırsa motivasyonları kırılır. Benchmarking sonuçları yanlış bir iletişimle “başarısızlık raporu”na dönüşebilir.
Neye dikkat etmeliyiz?
Benchmarking bir aynadır; ancak bu ayna sadece başkasının görüntüsünü gösterir, sizin kim olduğunuzu değil. Yani kendi stratejik niyetiniz, özgün yetkinlikleriniz ve kültürünüz olmadan benchmarking sizi sadece iyi bir kopyacıya dönüştürür. Bana göre en verimli yaklaşım: öğren, uyum sağla ama birebir taklit etme.
Ülkemizde pek çok şirket Toyota veya Amazon olmaya çalışırken telef oluyor. Bu şirketlerin yöntemlerini aynen uygulamaya kalktığınızda, sonuç hüsran olabilir. GE ve Jack Welch’in yeniden yapılanma modelini baz alıp, yapılanayım derken neredeyse batacak şirketler tanıyorum. Dikkat edelim.