İşinize pembe gözlükler ile bakmayın!
Pek çok şirket, sorunlarını ya da bir krizin içinde olduğunu kabul etmekten kaçınır. Bu, sadece kötü gidişatın değil, aynı zamanda büyüme potansiyelinin de önünü tıkayan en temel problemdir. Tıpkı bir insanın hasta olduğunu kabullenmeden doktora gitmemesi gibi, şirketler de kendi içlerindeki rahatsızlıkları görmezden gelerek, durumu daha da kötüleştirirler.
Bahane çemberi ve kendini kandırma sanatı
Müşteri memnuniyetinin dibe vurduğu, şikayetlerin katlandığı, ancak herkesin “dış konjonktür böyle” diyerek durumu geçiştirdiği bir senaryoyla sıkça karşılaşırız. Evet, ciro vardır belki ama kârlılık düşmüştür. Kimse bunun nedenini içeride aramaz, çünkü o zaman sorumluluk almak gerekir. Oysa, yeni rakiplerin yükselişi veya kalite/teslimat sorunları nedeniyle azalan talep, içerideki çürümeyi işaret eden en güçlü alarm zilleridir.
Çalışan turnover oranı yüksekse, bu genellikle “Ah, bu yeni kuşaklar iş beğenmiyor” gibi klişelerle açıklanır. Kimse, şirketin yönetişim yapısını, çalışan deneyimini veya kariyer gelişim olanaklarını sorgulamaz. Aynı şekilde, belirli pozisyonlarda kritik kişilere bağımlı çalışmak, “sadık insan iyidir” ya da “o artık aileden” diyerek normalleştirilir. Bu durum, şirketi tek bir kişinin omuzlarında duran bir risk bombası haline getirir. Kimse bu riski görmek istemez.
Finansal disiplinsizlikler de benzer bir hikayeye sahiptir. “Aman satalım, tahsilat sonra hallolur” yaklaşımı, alım-satım vadeleri arasındaki uçurumu açar. Tahsilat krizi patlak verdiğinde ise suçlu, yine dışarıdadır: konjonktür, tedarikçi veya müşteri. Kimse dönüp de kendi iş yapış biçimini sorgulamaz. Hatta şirket içi suistimal vakaları bile “kol kırılır, yen içinde kalır” mantığıyla örtbas edilmeye çalışılır. “İç kontrol sistemleri kurmak suistimalden daha maliyetli” denilerek, aslında çok daha büyük maliyetlere yol açabilecek bir ihmalin önü açılır.
Tek adam yönetimi ve ortak aklın yitimi
Bu şirketlerin en belirgin özelliklerinden biri de, tek adam yönetimidir. Hızlı karar alma argümanıyla savunulan bu model, aslında ortak aklın ve çeşitliliğin getirdiği gücü reddeder. Yönetim Kurulu tarafından desteklenen bu yaklaşımda, tek adam başarısız olduğunda ise ironik bir şekilde “bu kadar yetkiyle başaramadı” denilerek yeni bir tek adam arayışına girilir. Eğer o tek adam aileden ise, başarısızlıklar görmezden gelinir.
Oysa başarıya giden yol, öncelikle sorunları kabul etmekten geçer. Bu, moral bozucu bir durum değil, tam tersine gerçekçi olmaktır. «Evet, sorunlarımız var» demek, ilk ve en cesur adımdır. İkinci adım ise, bu sorunları ortak akılla çözmeye çalışmaktır. Yıllardır vurguladığım gibi, şirketlerin birer "aile" gibi değil, birer “takım” gibi çalışması gerekir. Aileler duygusal bağlarla hareket ederken, takımlar rasyonel ve gerçekçidir.
Dönüşüm başlangıcı: Gerçekçi bir check-up
Peki, sorunlarınızı kabul edip masaya yatırmaya ve köklü bir dönüşüm başlatmaya hazır mısınız? Eğer hazırsanız, ilk önerim dışarıdan, objektif bir check-up yaptırmanızdır. Yönetişim, strateji, iş modeli, operasyon, iç kontrol, teknoloji, finans, insan ve kültür gibi kritik bileşenlere yönelik doğru soruları soran, kör noktalarınızı aydınlatan bir program, sorunlarınızı kök sebepleriyle görmenizi sağlar.
Bu kapsamlı teşhisin ardından, şirketinizin kültürü, yetenekleri, çekirdek yetkinlikleri ve kaynakları ile uyumlu, gerçekçi bir iyileşme ve gelişme planı oluşturulmalıdır. Bu iki kritik adım, yönetim kalitenizi, çalışanlarınızın farkındalığını ve aidiyetini, dolayısıyla da genel performansı inanılmaz derecede artıracaktır. Unutmayın, en büyük risk, riskleri görmezden gelmektir. Başarıya giden yol, korkusuzca aynaya bakmaktan geçer. Pembe gözlükleri çıkartalım.