Konut değil de gayrimenkul desek ne olurdu?
30 Mayıs 2025’te yayımlanan ve tasarruf finansman şirketlerinin faaliyet çerçevesini yeniden şekillendiren yönetmelik, sektörün uzun süredir sahada uyguladığı bazı esnek modelleri teknik olarak imkânsız hale getirdi.
Özellikle tasarruf birikiminin kullanılabilmesi için “konut veya çatılı işyeri” niteliğinde bir taşınmaz üzerine ipotek kurulması zorunluluğu, ilk bakışta daha güçlü teminat yapıları oluşturmayı amaçlıyor gibi görünse de, bu düzenleme sahadaki gerçekliğe tam olarak karşılık gelmiyor. Gerçekte, tasarruf sistemine dâhil olan önemli bir kitle mevcut durumda bir konutun tamamına erişebilecek düzeyde birikim oluşturamıyor.
Ortalama birikim seviyeleri yaklaşık 1 milyon TL civarında seyrederken, bu miktar çoğu zaman konut bedelinin ancak belirli bir kısmını karşılayabiliyor. Bu durumda, geçmişte uygulanan bazı alternatif çözümler - örneğin arsa payı edinimi ya da kademeli mülkiyet modelleri - sistemin sürekliliği açısından büyük önem taşıyordu. Ancak yeni düzenleme, ipotek tesisinin yalnızca konut ve çatılı işyerine yapılabileceğini şart koşarak bu alanı kapatmış oldu. Oysa burada çok basit ama etkili bir öneri üzerinde düşünmek gerekiyor…
Mevzuat, sadece “gayrimenkul” ifadesini kullansaydı ne olurdu?
Bu küçük gibi görünen kavramsal değişiklik, sistemin doğasını değiştirmeden arsa gibi taşınmazların da teminat kapsamına alınmasına imkân verebilirdi. Böylece tasarruf finansmanı modeli içinde biriken kaynaklar, yine reel sektöre ve gayrimenkul yatırımına yönlenebilir; hem müşteri memnuniyeti hem de sektör içi fon döngüsü korunmuş olurdu. Bu noktada risk yönetimi açısından istenen güvenceler, tapuya işlenecek rehinler, satılamaz şerhleri ve geri alım hakları gibi pek çok enstrümanla yine sağlanabilirdi.
Unutmamak gerekir ki, gayrimenkul sadece barınma değil, aynı zamanda yatırım ve tasarruf aracıdır. Arsa, bu denklemde çoğu zaman konuttan daha düşük bedellerle erişilebilir bir yatırım alanı sunar. Bu nedenle sistemin yatırım bacağına da alan açmak, tasarruf finansman sistemini çok daha kapsayıcı hale getirebilir. Özellikle büyük şehirlerin çeperlerinde veya yeni gelişen bölgelerde ve Anadolu’da arsa edinimi üzerinden başlayan bir yatırım yolculuğu, zamanla konuta evrilen bir modelin temelini oluşturabilir.
Bugün geldiğimiz noktada, tasarrufun hareket edebilmesi için ya müşterinin tek başına bir konut alabilecek mali yeterliliğe ulaşması gerekiyor ya da mevcut mevzuatın izin verdiği sınırlar içinde “yeni” modeller geliştirmek gerekiyor. Örneğin; konut tapusunun 8–10 farklı müşteriye hisseli şekilde devredilmesi, hem hukuki hem operasyonel açıdan yönetilmesi güç bir yapı yaratıyor.
Bu noktada ne tasarruf finansman şirketi, ne de gayrimenkul geliştirici şirket tek başına çözüm üretebilir. Daha köklü, yapıcı ve gerçekçi bir bakış açısına ihtiyaç var. Önerim:
-Eğer amaç gerçekten sistemi teminatlı hale getirmekse, tapuda rehin kurulabilen her taşınmaz bu kapsamda değerlendirilebilmeli.
-Arsa payı da bir gayrimenkuldür ve onun üzerine de rehin kurulabilir.
-Tapuya işlenecek özel şerhlerle, mülkiyet devri değil, kullanım veya yatırım amaçlı sınırlamalar getirilebilir.
Tasarruf finansman modellerinin sermaye piyasası ile buluşması şart…
Aynı düzenlemede dikkat çeken bir diğer nokta ise, tasarrufların yalnızca fiziki taşınmazlara yönlendirilmesini zorunlu kılan yaklaşım. Oysa günümüzde gayrimenkul yatırımı sadece bina ya da arsa alımıyla sınırlı değil. Gayrimenkule dayalı sermaye piyasası araçla-özellikle proje bazlı gayrimenkul yatırım fonları ve gayrimenkul sertifikaları-bu alanda güçlü alternatifler olarak karşımızda duruyor.
Örneğin, bir müşteri adına yapılan tahsisatın, konut yatırımına odaklı bir proje GYF’ye aktarılması ve kalan borcun teminatı olarak bu fon paylarının rehnedilmesi mümkün olabilseydi, sistem hem daha esnek hem de çok daha ölçeklenebilir bir yapıya kavuşurdu. Aynı şekilde, gayrimenkul sertifikaları aracılığıyla küçük yatırım tutarlarının belirli projelere yönlendirilmesi ve bu sertifikaların da teminat kabul edilebilmesi, sisteme yeni bir esneklik ve erişilebilirlik katmanı ekleyebilirdi. Böylece, daha düşük birikim düzeyine sahip bireylerin de sisteme dahil olması sağlanır; tasarruflar, doğrudan reel ekonomiye yönelmiş olurdu.
Özetle, mevzuat bu alanı da içine alacak şekilde yeniden düşünülmeli. Sonuçta, gerçekçi çözümleri konuşacaksak, hem kelimelerin etkilerini doğru şekilde değerlendirmeli hem de bugünün yatırım enstrümanlarını ve davranışlarını dikkate alan bir yaklaşıma artık cesaretle geçmeliyiz.