Konutu konuşmak, geleceğimizi konuşmak
Geçtiğimiz günlerde kıymetli dostum Dr. Levent Sümer ile birlikte uzun süredir üzerinde çalıştığımız bir raporu tamamladık: “İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Üye Ülkelerinde Yoksullar için İnsana Yakışır Konut.” İddialı bir başlık, farkındayım. Ama emin olun, içeriği de aynı ölçüde önemli ve kapsamlı. Çünkü mesele yalnızca kaç konut yapıldığı değil; nasıl yapıldığı, kimler için yapıldığı ve geleceğe nasıl bir iz bıraktığı.
Raporun en önemli çıktısı şu oldu: Eğer geleceğe dayanıklı, sosyal olarak kapsayıcı ve finansal olarak erişilebilir bir konut ekosistemi kuramazsak, konut sorunu her krizde yeniden karşımıza dikilecek. Sadece İİT ülkelerinde değil, Türkiye’de de.
Uzun vadeli bakışın eksikliği
Bugün birçok ülkede konut politikaları hâlâ günü kurtarma üzerine kurulu. Oysa demografi değişiyor, şehirler büyüyor, iklim riskleri kapıda. Raporda detaylandırdığımız Singapur örneğinde gördüğümüz gibi konutu sadece bina olarak değil, ulaşımın, istihdamın, sosyal hizmetlerin parçası olarak planlamak gerekiyor.
Düzenleme dili değişmeli
Kira artışları, imar kuralları, kredi sınırlamaları… Bunlar hep aynı kalıplarla yönetilmeye çalışılıyor. Oysa hayat çok daha akışkan. Veri odaklı, uyarlanabilir politikalar olmazsa piyasa ya kiracıya yük bindiriyor ya da yatırımcıyı köşeye sıkıştırıyor. İkisinin ortasını bulmak şart.
Diğer taraftan konut, sadece dört duvar değil; kültür, aile yapısı, topluluk hafızası demek. Halkın sürece katılmadığı projelerin nasıl tıkandığını hepimiz biliyoruz. Katılımcı kentsel dönüşümün neden daha kalıcı olduğunu da. İnsanlar kendini sürecin parçası görmezse o projeye sahip çıkmıyor.
Kiralık konutun önemi
Ev sahipliği, İİT ülkelerinde olduğu gibi bizde de kültürel olarak hâlâ öncelikli bir değer. Ancak gençlerin, göçmenlerin ve yoksul kesimlerin giderek büyüyen bir bölümü için güvenli ve uygun fiyatlı kiralık konut ihtiyacı artıyor. Kiralık konutların genişletilmesi, mülkiyet yapısında çeşitlilik sağlıyor, piyasaları istikrara kavuşturuyor ve toplumsal hareketliliği artırıyor. Üstelik merkezî bölgelerde uzun süredir boş duran konutların mobilize edilmesi, arzı genişletmenin en maliyet etkin yollarından biri. Vergi indirimleri, kira garantileri veya uzun süreli boşluklara yönelik cezalar gibi araçlar bu süreci hızlandırabilir.
En yoksulları gözetmek
En yoksul haneler çoğu zaman finansal araçlar ya da piyasa kanalları üzerinden konuta erişemiyor. Bu nedenle devlet öncülüğünde müdahaleler hâlâ vazgeçilmez. Nitekim birçok üye ülkede uygulanan büyük ölçekli programlar bunun kanıtı. Devletin devreye girdiği yaklaşım, konutu salt bir piyasa malı değil, aynı zamanda bir sosyal hak olarak ele alıyor. Böylece özel girişimlerden dışlanan gruplara da güvence sağlıyor.
En yoksulları hedefleyen sübvansiyonlar, çapraz sübvansiyonlu projeler veya doğrudan kamu üretimi; eşitsizlikleri azaltıyor, kent nüfuslarını dengeliyor ve gecekondu bölgelerinin derinleşmesini önlüyor. Elbette maliyetli. Ama uzun vadede daha sağlıklı vatandaşlar, daha güçlü topluluklar ve daha az kent huzursuzluğu demek. Tam da bu nedenle, devlet öncülüğünde uygun fiyatlı konut üretimi, adil bir konut politikasının temel taşı olmaya devam ediyor.
Finansmanı çeşitlendirmek
Murabaha, icara, sukuk, kooperatif… Bizim kültürümüze uygun ama yeterince kullanılmayan modeller. Geleneksel ipotek tek başına bu yükü taşıyamaz. Hele bugünkü faiz ortamında…
Konut finansmanı sadece banka kredisine dayanırsa, her dalgalanmada sistem sarsılır. GYO’lar, GYF’ler, sukuk destekli tahviller gibi araçlarla uzun vadeli sermayeyi çekmek ve vatandaşları da paylı mülkiyetle işin içine katmak gerekiyor. Böylece hem sistem daha dirençli hale gelir hem de küçük tasarruflar büyük çözümlere dönüşür.
Bütün bunların özünde tek bir şey var: Konutu sadece “piyasa malı” olarak değil, geleceğin sosyal altyapısı olarak görmek. Bizim raporda altını çizdiğimiz nokta bu. Türkiye için de mesajı çok net: Eğer bugünden kiralık konutu stratejik gündeme almaz, deprem riskine uygun modüler çözümleri yaygınlaştırmaz ve finansman modellerini çeşitlendirmezsek, bir sonraki krizde yine aynı soruları tartışıyor olacağız.
Kısacası, konutu konuşmak demek, aslında geleceğimizi konuşmak demek…