Piyasanın dalgalı denizinde şirketler için can yeleği: Finansal hedging
Ekonomi tarihine baktığımızda, şirketlerin en büyük düşmanı belirsizlik olmuştur. Yükselen faizler, oynak döviz kurları, emtia fiyatlarındaki sert hareketler… Her biri tek başına bile bir şirketin bilançosunu alt üst edebilir. İşte tam da bu noktada devreye giren mekanizma, çoğu zaman finans literatüründe teknik bir kavram olarak görülen hedgingtir. Hedging, sadece finans uzmanlarının masasında duran karmaşık bir araç değil; aksine, şirketlerin varlığını sürdürebilmesi için bir tür can yeleği işlevi görür.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde döviz kuru, sadece Merkez Bankası toplantılarında değil, sanayicinin üretim hattında da gündemin merkezindedir. Bir ihracatçı, Euro bazlı gelir elde ederken hammaddeyi dolarla alıyorsa, kurdaki ani hareketler kâr marjını eritir. İşte bu durumda, vadeli işlemler sözleşmeleri ya da opsiyonlar devreye girer. Şirket, gelecekteki kur riskini bugünden sabitleyerek, dalgalanmalara karşı bir güvenlik bariyeri kurar.
Ne yazık ki Türkiye’de birçok şirket, hedging kavramını hâlâ ek bir maliyet kalemi olarak görüyor. Oysa bu maliyet, aslında bir sigorta priminden farksızdır. Nasıl ki fabrika binanızı yangına karşı sigortalatıyorsanız, aracınızı sigortalıyorsanız, döviz kuruna ve emtia fiyatlarına karşı da bilançonuzu sigortalatmalısınız.
Türkiye’de işletmelerin yüzde 99’unu küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) oluşturuyor. KOBİ’ler ise çoğu zaman nakit akışlarını günlük krizleri yönetmeye odaklı kurarken, kur dalgalanmaları ya da faiz riskleri karşısında savunmasız kalıyor. Oysa gerçek şu ki, hedging KOBİ’ler için büyük ölçekli şirketlerden daha da kritik olabilir. Çünkü KOBİ’lerin bilançoları genellikle daha kırılgandır; kurda küçük bir dalgalanma bile kâr–zarar tablosunu alt üst edebilir.
Bir örnek düşünelim: Bursa’da otomotiv yan sanayi üretimi yapan bir KOBİ, parçalarını Euro bölgesine ihraç ediyor ama hammaddeyi dolarla alıyor. Eğer bu şirket, vadeli döviz kontratları ile gelirini güvence altına almazsa, iki para birimi arasındaki oynaklık bir yılda kârını tamamen silebilir. Oysa basit bir forward işlemiyle gelecek ödemelerini sabitlemek, işletmenin varlığını sürdürebilmesi için hayati olabilir.
Bir çimento fabrikasının en büyük girdisi kömür fiyatı, bir havayolu şirketinin kaderi ise jet yakıtı fiyatlarına bağlıdır. Petrolün bir gecede yüzde 10 değer kazanması, uçak biletine hemen yansımaz ama bilançoda derin yaralar açar. Bu nedenle emtia türevleri, üretim maliyetlerini kontrol altına almak isteyen şirketlerin başvurduğu temel araçlardan biridir.
Ne yazık ki Türkiye’de KOBİ’ler arasında “hedging pahalıdır, bize uygun değildir” algısı hâkim. Oysa bu bir yanılgıdır. Bankalar ve finans kuruluşları, KOBİ’lere özel daha küçük hacimli hedge enstrümanları geliştirmiş durumda. Sorun, bu enstrümanlara dair finansal okuryazarlığın eksikliği. Dolayısıyla KOBİ’ler için ilk adım, “hedging nedir?” sorusuna yanıt verecek bilinçlenme sürecidir.
Hedging bir lüks değil, stratejik zorunluluk
Hedging, çoğu zaman ‘zarar etmeyeyim’ mantığıyla sınırlı görülür. Oysa işin özü, sürdürülebilirliktir. Bir şirketin yatırım planı yapabilmesi, yeni pazarlara açılabilmesi ve orta–uzun vadede istikrarlı büyüyebilmesi için önünü görebilmesi gerekir. Hedging, bu öngörülebilirliği sağlar. Başarılı şirketler, kârı artırmaktan önce riski yönetmenin önemini bilir.
Türkiye özelinde analiz: Zihniyet değişimi kaçınılmaz
Türkiye ekonomisi uzun yıllardır yüksek oynaklıkla yaşıyor. Döviz kurlarındaki sert hareketler, yüksek enflasyon, dalgalı faiz oranları… Tüm bunlar şirketler için öngörülemez bir ortam yaratıyor. Bu nedenle hedging Türkiye’de, gelişmiş ülkelere kıyasla çok daha kritik bir gereklilik.
Buna rağmen, birçok şirket hâlâ hedging’i maliyet unsuru olarak görüyor. “Döviz kendi lehime hareket ederse zarar ederim” korkusu, şirketleri pasif bekleyişe sürüklüyor. Oysa risk yönetimi, piyasanın size sunduğu fırsatı kovalamak değil, en kötü senaryoda ayakta kalabilmektir.
Türkiye’de yapılması gereken, hem zihniyet dönüşümü hem de kurumsal altyapının güçlendirilmesi. Şirketlerin hedging’i bir “şans oyunu” olarak değil, “sigorta poliçesi” olarak görmesi gerekiyor. Aksi halde her kur şokunda ya da faiz artışında binlerce şirket iflas riskiyle karşı karşıya kalmaya devam edecek.
Küresel perspektif: Farklı yaklaşımlar, ortak amaç
Küresel ekonomiye baktığımızda, hedging’in sadece bir tercih değil, çoğu yerde bir zorunluluk olduğunu görüyoruz. ABD’de büyük şirketler, riskten korunma stratejilerini kurumsal kimliğin bir parçası haline getirmiş durumda. Örneğin havayolu şirketleri, yakıt maliyetlerinin yüzde 60’ını hedge etmeden uçağı piste çıkarmıyor. Avrupa’da enerji şirketleri, doğalgaz ve elektrik fiyatlarındaki dalgalanmaları uzun vadeli kontratlarla dengelemeyi standart bir uygulama olarak görüyor.
Asya’da ise durum biraz farklı. Çin’de devletin yönlendirmesiyle büyük sanayi kuruluşları, emtia ve döviz risklerine karşı merkezi bir strateji izliyor. Japonya’da ise özellikle otomotiv devleri, global tedarik zincirlerinin risklerini hedge ederek rekabet avantajı elde ediyor.
Türkiye’deki şirketler için küresel perspektiften çıkarılacak en büyük ders şu: Hedging bir “lüks” değil, bir “rekabet gücü” meselesidir. Global pazarda var olmak isteyen şirket, risk yönetimini stratejik planlarının merkezine koymak zorundadır.
Sigortasız gemiler batmaya mahkûm
KOBİ’lerden dev holdinglere, Türkiye’den ABD’ye, uzak doğuya kadar ortak gerçek şudur: Finansal dalgalanmalar kaçınılmazdır. Asıl mesele, bu dalgalanmalar karşısında gemiyi batırmamak. Hedging, bu anlamda sadece finansal bir araç değil, bir hayatta kalma stratejisidir.
Türkiye’nin ihracat hedefleri, küresel rekabette var olma iddiası, ancak şirketlerin bu bilinçle hareket etmesiyle anlam kazanabilir. Aksi halde, günü kurtarmak için atılan adımlar, yarını kaybetmenin bedeli haline gelebilir.
Hedging, bir geminin pusulası gibidir. Fırtına kopar, dalga yükselir; ama pusulanız sağlamdır ve yönünüzü kaybetmezsiniz. Finansal risklerin arttığı, küresel belirsizliklerin çoğaldığı bir dönemde şirketlerin yapması gereken şey, günü kurtarmak değil, geleceği sigortalamaktır. İşte bu yüzden, finansal hedging bir seçenek değil, zorunluluk haline gelmelidir.