Yurt dışına yatırım stratejik bir zorunluluk
Türkiye son 30 yılda bölgesel bir üretim ve lojistik üssü haline geldi. Ancak bugün geldiğimiz noktada, sadece iç pazarda büyüyen bir şirketin rekabet avantajını uzun vadede sürdürebilmesi oldukça zor. Artık sahne daha büyük. Türk şirketlerinin yurt dışına açılması sadece bir tercih değil, stratejik bir zorunluluk. Peki neden? Ne kazanılır, ne kaybedilir? Ve bu yolculuk nasıl başarıya ulaşır?
Sadece mal veya hizmet satmak yetmez, yatırım da yapılmalı
Uzun yıllardır ihracat başarısını konuşuyoruz. Bu önemli ama eksik. Çünkü global değer zincirlerinde anlamlı yer edinmek için sadece ürün satmak değil, üretimden dağıtıma, hizmetten markaya kadar bütünsel bir yapının inşa edilmesi gerekiyor. Bu da doğrudan yatırımı zorunlu kılıyor. Bugün Koreli, Çinli ya da Hintli şirketlerin Afrika’dan Avrupa’ya, Amerika’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan yatırım ağlarını görüyoruz. Aynı vizyona Türk şirketlerinin de sahip olması gerekiyor.
Yurt dışı yatırımın avantajları
Yurt dışı yatırım siyasi, ekonomik veya döviz dalgalanması gibi risklere karşı şirketi daha dayanıklı hale getirir. Yerel pazardaki daralmalara karşı doğal bir sigorta işlevi görür.
Yurt dışında fabrika açan, ofis kuran ya da marka yatırımı yapan şirket, sadece bulunduğu ülkede değil, Türkiye’de de farklı algılanır. Küresel oyuncu kimliği, müşteri ve yatırımcı nezdinde güçlü bir etki yaratır.
Yabancı bir ülkede üretim veya operasyon yapan şirket, faaliyette bulunduğu ülkelerdeki yerel bankalardan daha uygun koşullarla finansman bulabilir. Ayrıca uluslararası fonlar, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yatırım yapan şirketlere daha sıcak bakar.
Lojistik merkezler, bölgesel depolar ya da üretim üniteleri sayesinde maliyet avantajı sağlanabilir. Aynı zamanda, küresel tedarik zincirlerine entegrasyon kolaylaşır.
Gelişmiş pazarlarda yatırım yapan şirketler, o ülkenin bilgi birikiminden, iş yapma kültüründen ve yetenek havuzundan faydalanabilir. Bu da dönüşüm kabiliyetini artırır.
İşin zorlukları da var elbet
Ancak bu yolculuk, sanıldığı kadar kolay değil. Birçok Türk şirketi yurtdışına ilk yatırımını yaptıktan sonra operasyonel zorluklar, yerel mevzuat farkları, kültürel uyumsuzluk ya da yanlış ortak seçimleri nedeniyle ciddi zararlar görebiliyor. Peki başlıca zorluklar neler? Gelin bakalım.
Her ülkenin vergi, iş hukuku, çevre ve yatırım mevzuatı farklıdır. Bunların detaylı analiz edilmemesi büyük maliyetlere yol açabilir.
Bir ürünün Türkiye’de tutmuş olması, Almanya’da veya Endonezya’da başarılı olacağı anlamına gelmez. Tüketici alışkanlıkları, iş yapma biçimleri ve ticari etik önemli ölçüde değişkenlik gösterir.
Yurt dışındaki yapılanmada doğru ekip kurmak, sadece teknik yeterlilik değil, kültürel denge ve uyum açısından da büyük önem taşır.
Yurt dışına yatırım yapan şirketler, çoğu zaman ana operasyonlarından kaynak ayırmak zorunda kalır. Bu da iç yapının zayıflamasına neden olabilir.
Zorlukları aşabilirsiniz
Burada kritik olan, bu yatırımları “tek seferlik hamleler” olarak değil, bütüncül bir stratejinin parçası olarak görmektir.
Hangi ülkeye, hangi modelle, hangi iş ortaklarıyla girileceği önceden planlanmalı. Bu yatırımın şirkete sağlayacağı rekabet avantajı net olarak ortaya konmalı.
Farklı risk senaryolarına göre hazırlık yapılmalı. En kötü senaryoda bile sürdürülebilirlik korunmalı.
Yurt dışında yatırım yapılacak ülkede yerel danışmanlık ve hukuk desteği almak kritik. Ayrıca kültürel yakınlık sağlayacak ortaklık yapıları tercih edilmeli.
İlk etapta temsilcilik veya dağıtım kanalı ile başlanıp, sonra depo, ardından üretim yatırımı gibi aşamalı bir model tercih edilmeli. Bu hem riskleri azaltır hem de öğrenme sürecini yönetilebilir kılar.