Gazze’nin yasını tutmak

Çağımızın önemli felsefecilerinden Judith Butler, Frames of War adlı eserinde ‘bazı topluluklar yas tutmaya değer sayılmaz; hatta onların yaşam­ları yaşam sayılmaz, yaraları yara ola­rak tanınmaz’ der. Ona göre bir yaşa­mın kaybedilişi, ancak onun kolektif algılarımızda bir yaşam olarak çerçe­velenmiş ve kabul görmüş olması ha­linde üzüntü vericidir. Yalnızca o za­man öfkelenip feryat ederiz. Aksi bir durumda ise fark etmeyiz bile olanı biteni, öleni kalanı.

Bir olayı kafamızın içerisinde doğ­ru-yanlış, iyi-kötü olarak kodlamadan önce onu fark etmemiz gerekir. Oldu­ğunu bilmediğimiz, çünkü bildirilme­diğimiz şeyler hakkında bir fikrimizin olması beklenemez. Fikrin oluşması aşamasında ise konunun bize nasıl ak­tarıldığı önem kazanır. Tam da bu ne­denle hayatı kavrayış biçimimiz ob­jektif esaslarla şekillenmez. Bu durum kendimizden kaynaklanan genetik, kültürel, biyolojik etkenleri aşan bir durumdur. Zira hem biliş hem de duy­gu sistemlerimiz dışarıdan gelen etkiye karşı bir tepki oluşturmak yoluyla çalı­şır. Etki, yani sisteme dışarıdan bir gi­riş yoksa tepki, yani çıktısı da olmaz.

Bir topluluğun yok edilmekte oldu­ğuna ya da soykırıma dair kitlesel tep­kinin şekillenebilmesi için dışarıdan gelen bilginin yeterli ve anlamlı olması gerekir. Butler’a göre hayata bakışımızı kurgulayan çerçeveler baştan sona ik­tidar uygulamaları olarak ve siyasi an­lamlarla kuşatılmış biçimde zihnimize yüklenirler. Örneğin ABD’de suikaste uğrayan Charlie Kirk, Gazze’de sniper ateşiyle can veren bir bebekten çok da­ha büyük bir ölüm olarak kabul edilir. Milyonlar onun için yas tutar; medya günlerce Kirk’in çocuklarının, yakınla­rının üzüntüsünü paylaşıp izlenme re­korları kırar.

Gazze’de ölmek

Büyük ölümlerin hikayesi olur. Di­ğer ölümlerse sadece istatistik malze­medir. Bu, sadece ölümler için geçer­li değildir. Mesela Hamas’ın elindeki 48 rehinenin yaşamı, Gazze’de yıllar­dır bir açık hava hapishanesinde rehin tutulan, işkence gören, aç bırakılan 1.5 milyon kişinin hayatından daha büyük sayılır. Çünkü egemen güç, İsrail’de­ki yaşamların değerli, Gazze’dekilerin değersiz olduğunu kabul ettirecek bil­gi aktarım sistemleri üzerinden küre­sel algıyı politize eder. Bu durum an­cak alternatif enformasyon araçlarının ve yerel bilgi aktarım mekanizmaları­nın devreye girmesi ile dengelenebilir. Çeşitlilik sağlandıkça her bir merkez kendisine uygun politik yüklemeler­le konuyu şekillendirir ve kamuoyuna aktarır.

Bizler de bunu kendi süzgeçlerimiz­den geçirerek algılarız. Bir yaşamın yi­tirilişi bu anlamda hem konuya yakın­lığımıza, bağlarımıza, deneyimlerimize bağlı olarak bizden kaynaklanan ne­denlerle hem de o yitimi anlamlandı­ran bilgi aktarım merkezlerinin kurgu­suna dayalı olarak dış faktörlerle yeni­den anlamlanır ve şekillenir.

Gazze, ölmenin bir kurtuluş haline geldiği, toplu bir işkence mekanı artık. Yıllardır bir açık hava hapishanesi ola­rak tanımlansa da bugün geldiği nokta bir gaz odasından farksız. İnsanlar öl­menin sırasını bekliyorlar. Dünya ka­muoyu ise alternatif medya araçlarıyla kendisine iletebildiği ölçüde konudan haberdar olmaya ve sesini yükseltmeye başlıyor. Devlet merkezleri artık toplu­mun baskısına dayanmakta zorluk çe­kiyor. İsrail yönetiminin Gazze politi­kasına karşı Netanyahu’nun en büyük destekçilerinden Avrupa Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen bile tep­ki gösterdi. Leyen, yakın zamanda ifade ettiği “hepimiz Talmud’un çocukları­yız” söyleminden koparak İsrail’e veri­len mali desteği durduracaklarını açık­ladı. Birliğin durumu konuş­masında Gazze’deki insanı dramı eleştirerek “insan eliy­le yaratılmış kıtlık” kavramı­na yer verdi ve önümüzdeki dönemde resmen bir soykı­rım tanımlamasına gidecek yolu da açmış oldu.

SUMUD Filosu yolda

Küresel kamuoyu öğren­dikçe hareketleniyor, öfkele­niyor ve tepki vermeye baş­lıyor. Nitekim Gazze’ye doğru yola çı­kan ve yol üstünde iki kez dronelarla vurulan uluslararası SUMUD Filosu da yalnızca oraya insani yardım götür­müyor. Filo, küresel farkındalığı artır­mak adına, aralarında AP vekillerinin, sanatçıların, entelektüellerin, dok­torların vs. olduğu 40’tan fazla ülke­den gelen katılımcıyla İspanya, İtalya, Yunanistan, Tunus kalkışlı teknelerle Gazze’ye doğru ilerlemeye çalışıyor.

Filonun esas gücü sembolik, zira götürülen gıda ve ilaç yardımının ora­daki insanlar için yetersiz olduğu bili­niyor. Ama bir yandan deniz abluka­larının hukuki sınırlarını göstermek, bir yandan oradaki insani drama dik­kat çekmek ve diğer yandan da hükü­metler arası bir inisiyatifi zorlamak adına çok kıymetli bir eylem niteliği taşıyor. Üstelik Gazze meselesinin İs­lami değil (salt Müslümanları ilgilen­diren), insani bir konu olduğunu ha­tırlatmak bağlamında da çok değerli.

Sumud, Arapça’da direnç, sebat an­lamına geliyor. Yoldaki filo bu anlam­da yalnızca insani yardım değil, Gaz­ze halkının varoluşsal direncini yük­seltmeye yönelik psikolojik bir destek vasfını da taşıyor. ‘Yalnız olmadıkla­rını, unutulmadıklarını bilmek’, öl­meye direnmek için ekmek ve su ka­dar önemli diye düşünenlerin projesi bu. Butler’in ifadesiyle ‘Filistinlile­rin ölümünü görünür hale getirerek, onların hayatlarını da yas tutulabilir’ kılmak adına sembolleşiyorlar. Ölüm­leri değersiz kabul edilenlerin yaşam­larını değerli kılmanın tek yolu onla­rın seslerini duyurmak; bilmeyenlere de bildirmek!

Yazara Ait Diğer Yazılar