Teröristten devlet adamlığına
Terörizm literatürünün en çok referans gösterilen söylemi muhtemelen “birilerinin teröristi diğerlerinin özgürlük savaşçısıdır” ifadesidir. Bu, terörizmin ve teröristin tanımının ne kadar sübjektif olduğunu; zamana, mekâna ve kitlesel algının şekillendirilmesine dayalı bir yapıya sahip bulunduğunu anlatan en önemli göstergedir. Tanım, bir özne olarak teröristin kim olduğuna değil, ona kimin baktığına bağlıdır.
Az veya çok kitlesel karşılığı olan hiçbir terör örgütü ya da terörist, herkes tarafından aynı şekilde lanetlenmez, düşmanlaştırılmaz, aksine birilerince sevilip idealize edilebilir. Zira terörizm denilen şey, tahribat yaratsa bile bir şiddet eyleminden ibaret değildir. Bir şiddet eyleminin terörizm kategorisine girebilmesi için siyasi amacı ve hedefi olması gereklidir. Terör ve terörizm farklı kavramlardır. Bu açıdan kitleyi terörize eden bir şiddet eylemi gerçekleştiğinde şu detaylar önemlidir. Eylemin faili/failleri bunu kan davası, mafyatik hesaplaşma, diğer örgütlü suçlar vs. gibi nedenlerle işlemiş olabilir. Bunlar kriminal hadiselerdir; çözüm yeri yargı ve asayiş mekanizmalarıdır. Bu gibi hadiselerde eylemin amacı siyasal değil kişisel hesaplardır. Kitlesel düzeyde insanları terörize edecek bir başka eylem türü ise psikopatik hadiselerdir. Sadizm, narsistik büyüklenme, mesiyanik sanrılar, paranoid düşünce vs. gibi psikolojik rahatsızlıklarla tetiklenen bu tür eylemler de terör üretir, kitleyi dehşete düşürebilirler ama terörizm kategorisine girmezler. Sağlıklı düşünemeyen, dünyayı normal insanlardan farklı şekilde anlamlandıran kişi veya grupların, ruh sağlığı bozukluklarından kaynaklanabilen bu gibi hadiseler bazen okul baskını yapan bir genç, bazen şeytanla savaştığına inanan bir kült, bazen bir iklim neferi kimliğinde ortaya çıkabilir. Bu tip hadiselerde çözüm süreçleri hem yargı hem de sağlık sistemleri üzerinden ilerler.
Siyasal amaçlı şiddet
Terörizm dediğimiz şey ise ister bireysel ister örgütlü bir yapı içerisinde gerçekleştirilsin “rejime direniş, halkını kurtarma, sınıfsal çatışma, inançlarının gereğini yerine getirme, devletini koruma vs.” gibi siyasi saiklerle eyleme dönüştürülmüş şiddettir. Diğer türlerde amaç, gerçekleştirilen eylemle hedef alınan kurbanların zarar görmesini sağlamak iken, siyasi nitelikli şiddet eyleminde hedef özünde farklılaşır. Siyasi nitelikli terörde eylem bir mesaj niteliğini taşır. Hedef ya izleyen kitleyi dehşete düşürmek, korkutmak ve bu yolla kitlenin siyasal davranışlarını manipüle etmek ya da siyasi otoritelere anladıkları dilden bir uyarı mesajı ulaştırmaktır. Yani esas amaç eylemin kendisi değil, eyleme karşı gelişecek tepkinin gelişimini sağlamaktır. Örneğin 11 Eylül saldırısı İkiz kulelerde yaşayan kişilere değil, dünya sathında olayı izleyenlere ve bu eyleme karşı verilmesi beklenen askeri tepkiye maruz kalan insanlara yöneliktir. Uluslararası sistem, bu eylemden sonra dostu ve düşmanı yeniden tanımlamış; İslam imajı Batı dünyasında yeni bir inşa sürecine konu olarak dönüştürülmüştür. O günlerin lanetli savaşçısı El Kaide lideri Usame bin Ladin ise öldürülerek okyanusa atılmıştır. En azından öyle söylenmiştir. Terörizm söz konusu olduğunda eylemden çok mesajın ön plana çıkması, kendisini o mesajın tarafı olarak konumlayan insanların eylemi göz ardı ederek siyasi içeriğe odaklanmasına yol açar. Yani eylemin faili olan yapı, kitlenin gözünde halkın kurtuluşu, vatanın ve devletin bekası, ya da Tanrı buyruklarının savunulması için mücadele eden bir örgüt olarak konuşlandırdığında, uygulanan şiddet meşruiyet kazanır ve hatta görünmez hale gelir. Tam da bu yüzden dünyanın en şedit, en acımasız terör örgütleri bile kitlesel destek görebilirler.
Gelinen noktada tüm hikaye yeniden yazılacak
Devlet otoriteleri ve uluslararası kurumlar resmi olarak terörist kabul ettikleri kişi ve örgütleri düzenli olarak ismen yayınlarlar. Bu listedekilerle ilişki kuranları, yardım edenleri de ayrıca listeler ve yaptırım uygularlar. Dünyanın en azılı terör örgütlerinin liderleri başlarına koyulan milyonlarca dolarlık ödüllerle aranır; seyahatleri veya ortalıkta dolaşmaları engellenir. Bu kişilerin ömürleri ya bir suikast ile ortadan kaldırılarak, ya kişiye özel düzenlenmiş hapishanelerde yıllarını tüketerek ya da barış süreçleri çerçevesinde meşrulaşarak devlet adamlığına geçişle son bulur.
İlk iki seçenek zaten beklenen sondur. Bir kişi terör örgütü liderliğine soyunduğu andan itibaren çoğunlukla bir siyasi kimliğe dönüşür. O kişiye iyi ya da kötü birçok olumsuz özellik atfedilir. Bir tarafta şeytanlaştırılırken, diğer tarafta efsaneleşir. Kişi, bu kimliği üzerinde taşırken hem masumların katili ve hem de halklarının özgürlük savaşçısı olarak anılır. Bu özellikler kişinin gerçek niteliklerinden bağımsız olarak gelişir, şekillendirilir. Bilgi ve enformasyon sistemleri o kişinin kimliğini inşa eder; kitleye paketlenmiş bir ürün olarak sunarlar. Tam da bu nedenle çözüm süreçleri çerçevesinde dönüşüm başladığında esas maharet, önceki içeriğin yeniden ambalajlanması ve piyasaya sunulmasında gizlidir. Örneğin terörist Colani’den yeni Suriye’nin kurucusu Ahmed el-Şara’ya dönüşen kişinin, yeni bir kimlikle ortaya çıkması gerektiğinde saçlar ve sakallar kısalmış, milis üniformaları takım elbiselere, poşular kravatlara dönüşürken, bakışlar acımasız bir katilin gözlerinden, sıcak, dost bir ifadeye bürünmüştür. Doğal olarak gelinen noktada tüm hikâye yeniden yazılacak eskisi ise unutturulacaktır.
IRA, ETA, FARC vs. liderleri de barış süreçlerinin sonunda yeniden paketlenerek meşru siyasi aktörlere dönüştürülmüştür. Bakalım bizde durum ne olacak?