Onlar 'GİBİ’si bir daha gelmez

Altıncı sezonunu tamamlayan GİBİ, geçen hafta yayımlanan final bölümü ile veda etti. Tam da bırakması gereken noktada, deyim yerindeyse zirvede bıraktı. Bir platform dizisi olarak en uzun soluklu dizi olarak tarihe geçti.

GİBİ, 9.1’lik izleyici notu ve IMDb’de 9 puanla adeta bir fe­nomen haline geldi. Alışılmış ko­medi anlayışını altüst eden absürt mizah tarzı, sadeliği ve samimiye­tiyle GİBİ, modern insanın çeliş­kilerini, toplumsal ikiyüzlülükleri ve varoluşsal arayışlarını eşsiz bir şekilde hicvetti. Peki, zenginlik, ih­tiras ve entrika gibi klasik dizi un­surlarından uzak bu yapım, nasıl oldu da izleyicinin kalbinde böyle­sine derin bir yer edindi?

Özellikle minimal ve gerçeklik algısının bu kadar yoğun hissedil­diği yapımlarda bu başarıyı sağ­lamak son derece zor. Zenginlik, ihtiras, karmaşık ilişkiler ve ent­rikaların olmadığı bir diziden söz ediyoruz. İzleyici oranı yüksek Türk dizilerinin en büyük başarı­sı, heyecanı hep bir bölüm sorasına sarkıtmasında gizli. Ne olacak, na­sıl davranacak, kim kimi alt edecek sorusunun cevabı izlenmeyi hep diri tuttu. Oysa GİBİ, kısa bölüm­ler ve tek hikâyelik bir yapım.

Dizi, gizemini tam da buna, sa­deliğine, samimiyetine ve tadı da­mağında bırakan lezzetine borçlu. Yapımla izleyici arasında o kadar güçlü bir bağ kuruldu ki, karakter­ler oyuncuların çok üstüne çıktı. Biz onları, Yılmaz, İlkkan ve Ersin olarak tanıdık ve muhtemelen bi­zim için hep öyle kalacaklar. Oyun­cular açısından bu hem olumlu hem de olumsuz bir durum. Zira içimize bu denli yerleşen karakter­leriyle üç oyuncu bu çıtanın üzeri­ne belki de hiç çıkamayacak.

Bunun en çarpıcı örneği Yıl­maz yani Feyyaz Yiğit’in iki serilik ‘Ölümlü Dünya’ filminde canlan­dırdığı Serbest karakterinin ner­deyse birebir aynı olmasıydı. Fey­yaz Yiğit, dizide kullandığı o ikonik eşofman üstünü filmde de giydi.

Karakterlerin ötesinde bir miras

GİBİ dizisindeki Yılmaz, İlk­kan ve Ersoy karakterleri, yüzey­de komik ve sıradan görünümleri­nin altında aslında derin psikolo­jik ve felsefi arka planlara sahipler. Her biri bir yönüyle modern insa­nın ruhsal çelişkilerini, toplumsal ikiyüzlülükleri ve varoluşsal sıkış­mışlıkları temsil ediyor.

Yılmaz: Olduğu gibi olan, ama bu haliyle her ortama sığmayan in­san tipi.

Yılmaz düşünmeden konuşur, hızlı karar verir ve sonuçlarını pek umursamaz.

Kendine hayran olmasa da ken­di fikirlerinin üstünlüğüne inancı vardır. Düşüncelerine sürekli hak verilmesini bekler. Toplumun da­yattığı “iyi insan” kalıplarını red­deder. Haklı ya da ahlaki olmaktan çok, “kendisi” olmaya çalışır. An­lam arayışına kapılmadan saçma­lığın içinde yaşamaya devam eder.

İlkkan: Her şeyi analiz eden ama hiçbir şeyi tam çözemeyen or­ta sınıf aydını.

Her şeyi mantık çerçevesinde açıklamaya çalışır.

Sürekli analiz etme ihtiyacı, as­lında içsel güvensizlik ve anksiye­teden kaynaklanır. Toplumsal ku­rallara ve başkalarının ne düşü­neceğine aşırı odaklanır. Bu, onun kimlik geliştirmesini engeller. Ya­şamı gözlemler ama içine tam ola­rak girmez. Nihai bir “anlam” ya da “doğru karar” arayışı vardır ama buna ulaşamaz.

Ersoy: Pasif kalmış vicdan, top­lumsal normların baskısıyla bas­tırılmış benlik tipi. Kendi kararla­rını vermekte zorlanır. Genellikle Yılmaz ya da İlkkan’ın söyledikle­rine uyar. Güler yüzlü görünümü­nün altında zaman zaman ani ve ölçüsüz tepkiler verir. Bu, bastırıl­mış öfkenin patlamalarıdır. Her­kese uyum sağlamaya çalışması­nın temelinde kabul edilme ve dış­lanmama isteği vardır.

Sanat ile popüler kültür arasında köprü

Dizi, sıradan olanı anlamsızlaş­tırarak hem güldürüyor hem dü­şündürüyor. Karakterlerin içinde bulunduğu durumlar çoğu zaman gerçek dışı olsa da verilen tepkiler neredeyse doğal gibi. Bu, izleyici­de gerçek ve kurgu arasında ince bir belirsizlik yaratıyor. Bir anlam­da GİBİ, bu karakterler üzerinden modern insanın bocalamaları­nı, sosyal kalıplarını ve ikiyüzlü­lüklerini hicvediyor.

Tek mekânlı çekimler, tiyatral replikler ve öz­gün yapısıyla GİBİ, sanat ile popü­ler kültür arasında köprü kurabi­len ender işlerden biri olarak görü­lebilir. Mizahı sadece eğlendirme aracı olarak değil, bir toplumsal ve varoluşsal eleştiri biçimi olarak kullanması, onu cesur bir konuma yerleştirdi. GİBİ, sade formu, güç­lü yazımı ve absürt mizah diliyle “az malzemeyle çok şey söyleme­yi” başardı. Sıradan olanın içinde­ki saçmalığı göstererek hem gül­dürdü hem de düşündürdü. Bu da onu klasik televizyon komedileri­nin ötesinde, nitelikli bir ürün ha­line getirdi. Bir daha da onlar Gİ­Bİ’si sanırım gelmeyecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar