Papa I. Trumpis

Donald Trump’ın, maz­lumların papası olarak bilinen Francis’in ölümü­nün ardından yapay zeka ile üretilmiş Papa Trump görüntüsünü dalga geçer gibi Beyaz Saray’ın hesa­bından paylaşması doğal olarak çok tepki aldı. Kato­lik dünyası henüz 9 günlük resmi yasını bile tamamla­mamıştı ve çok sevilen bir ruhani liderin kaybının pa­rodileştirilmesi Trump’a yönelik bir öfke seline dönüştü. Ne İsa düşman­lığı kaldı, ne dinsizliği; ne insan dışı­lığı kaldı ne şeytanlığı. Kendilerince haklıydılar da.

Oysa Trump’ın empati kurma yok­sunu, psikopatolojik sorunları olan bir kişilik olduğu zaten öncesinde bir­çok uzman tarafından tespit edilmiş­ti. Yale Üniversitesinden Dr. Bandy X. Lee’nin derlediği ve 27 ayrı psikiyat­rist ve ruh sağlığı uzmanının yorum yazdığı bir kitapta “tehlikeli derece­de patolojik narsizm” tanısı üzerinde durulmuş; bunun yanı sıra antisosyal kişilik eğilimleri, paranoid düşün­ce yapısı, gerçeklikle bağ kopukluğu (delusionality) gibi özelliklerinden bahsedilmişti. Amerikan Psikiyat­ri Derneği’nin (APA) Goldwater ku­ralı olarak bilinen ve bir kamu figü­rü hakkında kişisel muayene olma­dan tanı koymama ilkesi Trump söz konusu olduğunda çiğnenmiş, “kötü­cül bir narsistin” dünya ve Amerikan halkı için yaratabileceği tehlikelerin büyüklüğü gerekçesiyle “uyarma yü­kümlülüğü” prensibi aktive edilmişti.

Papa I. Trumpis - Resim : 1

Psikiyatristler Trump’ın narsist­liği, kişilik bozukluğu, sosyopatlığı üzerinden tartışa dursunlar, siyaset bilimciler açısından esas ilgi çekici olan konu, böyle bir kişiliğin dünya­nın en büyük gücü olarak tanımlanan bir ülkenin başına 77 milyondan faz­la oy alarak seçilmiş olmasıydı. Bu in­sanlara ne olmuştu böyle?

Toplumun aynası olarak lider

Sigmund Freud, karizmatik kişilik­leri ile öne çıkan siyasi liderlerin kit­lenin bilinçdışındaki arzularının bir yansıması olduğunu ve halkın bastı­rılmış dürtü ve arzularını temsil et­meleri dolayısıyla da derinliklerde bir yerde kitle ile özdeşleştiğini söy­ler. Bu, Max Weber’in karizmatik li­derliğin “toplumun değişim arzusu­na verdiği bir cevap” olduğu ifadesine de uygun bir tanımdır. Lider, kendili­ğinden ortaya çıkmaz; toplum çöktü­ğünü düşündüğünde bir kurtuluş ara­yışına girer ve kendisine ayna olacak lideri kendi içinden doğurur. Nitekim Trump da ABD halkının belirsizliğe, çöküşe, muzaffer kimliğini ve eşit­ler arasında birinciliğini kaybedişine verdiği bir yanıttır özünde.

20. yüzyıl her iki dünya savaşını ve ardından gelen soğuk savaşı muzaffer olarak bitiren ABD’nin yüzyılı olarak bilinse de 21. yüzyılın pek öyle olma­dığı herkesin malumu. Dünya Çin’in yükselişini, Avrupa’nın ve Transat­lantik ittifakın parçalanmasını, Rus­ya’nın askeri yayılmacılığını, yeni je­opolitik ittifakları, ticari koridorla­rı, para ve ödeme sistemlerini, yıkıcı teknolojileri ve küreselleşmenin bi­tişini konuşurken, Amerikan liderli­ğinin söylemden ve çevre ülkelerde yaratılan kargaşalardan fazla bir şey üretmediğine dair kamuoyu algısı da hayli güçlü.

Salt küresel liderliğin değil, o lider­lik etrafında kurumsallaşan sistemin, rejim ve kurumların da çöküşünden söz ediyoruz. Göründüğü kadarıy­la yeni bir doğumun öncesindeyiz ve kitleler bunun farkında. Tüm dünya­da yeni yükselen liderlikler ve yöne­tim anlayışları, eskinin elitleri, ente­lektüelleri, siyasetçileri tarafından şimdilerde tam da bu yüzden sorgula­nıyor. Yeni bir doğum var ama bebek maalesef biraz Lucifer’e benziyor.

Papa’nın Lucifer ile imtihanı

Lucifer, Roma Latin kültüründe gün doğumundan önce parlayan yıl­dız olarak olumsuz değil aksine ay­dınlık ve ışıkla özdeşleştirilen bir kavramdı; Venüs gezegeninin adıydı. Lakin ortaçağ kilisesi, karanlığın bir anlamda kutsandığı bir kurum olması hasebiyle bu ışığı, iblisin yeryüzüne inişi olarak yorumlamayı tercih etti.

Yeniliklerin ve eskiye meydan oku­yuşların kitle tarafından genelde te­dirginlikle karşılanması bilinçaltına ve kolektif hafızalara yüklenen an­latılarla da şekillendiğinden, Trump nezdinde sembolleşen liderlik anla­yışı ve yeni dünya, ürkütücü ve kötü­lük dolu olarak resmediliyor. Doğru­su Trump, ekibi ile birlikte bu endi­şeyi doğrulayacak her türlü saçmalığı hayata geçirmekten kaçınmıyor. Bir yandan Hitler’in gelişini anımsatan semboller, ritüeller ve törenler üze­rinden otoriterliğe selam çakıyor, bir yandan Gazze ve Ukrayna meselesin­deki insanı ve insani değerleri dışla­yan zengin emlakçı profiliyle yeni bir değerler sistemi inşa ediyor; diğer yandan Papa’nın ölümünün ardından komedyenliğe soyunarak yüz mil­yonların yası ve maneviyatı ile dalga geçmekten kaçınmıyor. Üstelik tam da bu haliyle insanlığın bilinçaltında saklı kalan, bastırılmış güdülerine ve karanlık dünyasına ayna tutmayı ba­şarıyor.

Trump resmi hesabından paylaş­tığı Papa Trumpis fotoğrafından kısa süre önce “kimi papa olarak görmek isterdiniz” sorusuna, bir numara­lı tercihinin kendisi olduğu cevabı­nı vermişti. Neden olmasındı? Zaten o koltukta oturan ilk Lucifer o değil­di ki.

Yazara Ait Diğer Yazılar