Papa’lık ve siyaset

Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK
Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK Periskop denizulke.kaynak@dunya.com

Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Papalık kurumu tarih boyunca yalnızca teolo­jik değil, politik tartış­maların da konusu oldu; çünkü politikti. Batı Ro­ma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra boş­luğa düşen Avrupa coğ­rafyasında merkezi oto­rite ve norm sistemi ihtiyacına cevap veren kilise ku­rumunun zaten salt bir inanç merkezi olarak konumlanması mümkün değildi.

Kilise, dini alandaki meşruiye­tini ‘Petrus doktrini’, politik alan­daki iddiasını ise ‘iki kılıç kura­mı’ ile temellendiriyordu. ‘Petrus doktrini’ İsa’nın havarisi aziz Pet­rus’u Hristiyanlığın sonraki lideri ve onun halefi olan Roma pisko­posunu da diğer tüm piskoposla­rın başı ilan etmekteydi.

İki kılıç kuramı ise Tanrı’nın dünyayı yö­netmek için ruhani ve dünyevi otoriteler oluşturduğunu; ruhani otoriteyi temsil eden din adamla­rının kralların, yani dünyevi oto­ritelerin üzerinde olduğu iddiası­na dayanıyordu. Krallar papalığın önünde diz çökmeli onların hü­kümlerine boyun eğmeliydi. Yüz­yıllar boyu bunu sağlamayı başar­dılar da; ta ki sanayi toplumunun doğuşu ve aydınlanma düşünce­si ile birlikte yükselen bir politik dönüşümün ürünü olan ulus dev­letler sistemine geçişe kadar.

Papalık kurumunun dönüşümü

Zaman içinde; hem ekonomik ve sosyolojik değişime hem poli­tik rekabet ve savaşlara hem de kilisenin kendi içerisindeki bö­lünmelere karşı ayakta kalan Pa­palık kurumu şimdilerde 1.3 mil­yarlık bir nüfusa ulaşan Katolik dünyasını temsil edebilme be­cerisini iyi kötü yerine getirme­yi başardı. Bugün objektif bir yo­rum yapma arayışında olan her analist özellikle dünya kamuoyu algıları konusunda yorum yapar­ken Papalığın etkisini dışarıda tutarak doğru bir analiz yapama­yacağını bilir.

Zira aydınlanma­nın babası, seküler filozof Voltai­re’in dediği gibi “papalık kurumu başlangıçta küçük bir balık gi­bi iken zamanla bir balinaya dö­nüşüp denizlerin efendisi oldu­ğunu”, bu yetkisini de Tanrı’dan aldığı iddia ederek yanılmazlık zırhını giyen alternatif bir siyasi otoritedir. Oysa “kendisini Kut­sal Roma İmparatorluğu adıyla anan, bu bir araya toplanmış top­luluk ne kutsaldır; ne Romalıdır; ne de imparatorluktur”.

Bu görüş, Orta çağdan Aydın­lanma sürecine geçişle birlikte gelişen ve bugünün Avrupa’sını yansıtan norm ve değerler siste­minin temelini oluşturan mane­viyat-siyaset ayrımının da teme­lidir. İki kılıçtan biri Papalığın elinden alınacak, hatta diğer kılı­cın kafasına estiği gibi sallanma­sının da önüne geçilecektir. Dini otoritenin dünyevi otoriteden ba­ğımsız bir biçimde hareket etme­si, yeni dönemde istenmeyen bir durumdur. Papalığın etki alanı sanayi toplumu ve ulus devletler sistemine geçişle birlikte müm­kün olduğu kadar daraltılacaktır.

Papalığın siyaseten yeniden doğuşu

Polonyalı Papa II. Jean Paul’ün (1978-2005) göreve gelmesi, pa­palığın yeniden siyasi etkinliği­nin zirvesine ulaştığı bir döne­me işaret eder. Karizmatik kişili­ği, entelektüel derinliği ve dünya siyasetindeki aktif rolüyle Pa­pa Jean Paul, kurumu özgürlük­lerin savunucusu bir ahlaki ve siyasi otoriteye dönüştürmüş, SSCB’nin dağılması ve iki kutup­lu sistemin çözülmesindeki et­kin rolüyle bu imaj pekişmiştir.

Onun döneminde dinler arası di­yalog başlatılmış, Galileo nezdin­de bilim insanlarından özür di­lenmiş, Haçlı seferleri nedeniyle acı çeken tüm dini topluluklar­dan -Müslümanların adı anılma­dan (!)- af dilenerek bağışlanma çağrısı yapılmıştı. Bu, bir anlam­da yanılmazlık iddiasıyla giyilen, Tanrı’nın yeryüzündeki temsil­cisi zırhının çıkartılması anlamı­na geliyordu. Papalar yanılabili­yordu; peki ya Tanrı?

Papa Francis’in ardından

Modern çağda Papalıktan isti­fa eden ilk kişi olan Benedictus XVI’nin ardından koltuğa oturan ve Cizvit kökenli Arjantinli bir din adamı olan Papa Francis, ken­di tercih ettiği papalık ismini yok­sulluk ve barışla özdeşleşmiş Aziz Francesco de Assisi’den almıştı. Geçen hafta hayatını kaybeden Papa Francis, birçok konuşmasın­da din adına işlenen günahlardan duyduğu utancı ve üzüntüyü dile getirmekten kaçınmamıştı.

Vatikan yerine mütevazı bir ko­nukevi olan Santa Marta’da yaşa­yan ve kendisini hizmetkâr ola­rak konumlandıran Papa Francis, insan kaynaklı iklim sorunlarına değinen ilk Papa idi. Zenginlik ve küresel kapitalizme yönelik eleş­tirilerinin yanı sıra Filistin me­selesine de özel bir duyarlılık gös­teren Papa Francis’in dayanışma amacıyla her gün Gazze’deki Latin Katolik Kilisesini aradığı ve ora­daki durumu sorduğu biliniyordu. Filistin halkının acısını derinden hissettiğini söyleyen Francis “Bu bir savaş değil, insanlık trajedi­si” diyerek sistemin efendilerine göndermelerde bulunmayı ihmal etmemişti. Ölümünün ardından “öldü değil yaşadı” yazılmayı hak edenlerden oldu.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Azerbaycan Rusya gerilimi 07 Temmuz 2025
Trump’ın denge siyaseti 30 Haziran 2025
Ağabey de sahnede! 23 Haziran 2025
Quo vadis; savaş nereye? 16 Haziran 2025
Trump ve çobanlar savaşı 10 Haziran 2025
Coğrafya beladır 02 Haziran 2025
Putin’i beklemek 19 Mayıs 2025
Silahlara Veda 12 Mayıs 2025