Popülizmin ekonomik maliyeti yüksek
Trump’ın uyguladığı popülist politikaların ekonomik maliyetinin ABD ve dünya ekonomisi için ne olacağı çok tartışılıyor. Gümrük tarifeleri konusundaki belirsizlikler, bizatihi büyümeyi olumsuz etkiliyor. IMF’ye göre büyümenin ABD ekonomisinde 0,9 puan, dünya ekonomisinde 0,5 puan küçülmesi olası.
Popülizmin ekonomik sonuçlarının olumsuz olması şaşırtıcı değil. Manuel Funke, Moritz Schularick ve Christoph Trebesch’in ‘Popülist Liderler ve Ekonomi’ adlı makalesi popülizmin ekonomik maliyetinin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde popülizmin siyasi ve ekonomik yönünü tarihsel bir perspektiften ele alan makalede 1900-2020 arasında küresel GSYİH'nın yüzde 95'inden fazlasını temsil eden 60 ülke inceleniyor. Popülist yönetimlerde kişi başına reel GSYİH, 15 yılda, popülist olmayan alternatife oranla yüzde 10 düşüyor.
Çalışma, popülizmin yükselişiyle ilgili başka ilginç gözlemler de ortaya koyuyor:
1 Popülist liderler genellikle ekonomik krizlerin ardından iktidara geliyor.
2 Popülizm bir kez görüldükten sonra devamlılık gösterme eğiliminde. Tarihte popülist bir lidere sahip olan ülkelerde, başka popülist liderlerin iktidara gelme olasılığı önemli ölçüde daha yüksek.
3 Popülist liderler ülkelerinin siyasi kaderini 10 yıl veya daha uzun bir süre şekillendiriyor. Popülistler iktidarda diğerlerine göre ortalama olarak iki kat daha uzun süre kalıyorlar.
4 Popülistlerin pek azı iktidardan seçim gibi normal yollarla ayrılıyor.
Popülist iktidarların ekonomik büyüme performansının daha zayıf olmasına ilaveten, ‘elitlere’ karşı ‘halkın’ çıkarlarını gözetme iddialarının da bir dayanağı yok. Gelir dağılımında bir iyileşme pek görülmüyor.
‘Elitlere’ karşı ‘halkın’ çıkarları
Bu kötü ekonomik performansa rağmen dünyada popülizm yükseliyor. Bu yükselişte, merkez partilerin halkın çoğunluğunun refah seviyesini düzeltecek somut ve işe yarar politikalar önermemeleri etkili. Buna sosyal demokratlar ve sol da dahil.
Sol genelde ekonomi politikalarının dağıtım/bölüşüm/talep kısmına odaklandı. Üretim/arz politikalarına ilişkin tüm söylem, 1980 öncesi ithal ikameci döneme ait. Kamu kuruluşlarının ekonomideki ağırlığı ve piyasalarda fiyatların oluşumuna kamu eliyle yapılan müdahalelere dayalı bu ekonomik yapı, 1945 sonrasının kapalı ekonomilerinde uygulama şansı bulmuştu. Ama 1980 sonrasının neoliberal küreselleşme paradigması bu politikaların uygulama alanını kapattı. Ufku bu paradigmayla sınırlı merkez sol ve sağ siyasi aktörler küçük bir azınlığın gelirden aldığı payın hızla büyümesini görmezden gelirken, halkın yaşam koşullarını iyileştirme konusunda inandırıcı yeni öneriler geliştiremedi. Ve bu nedenle ‘elitlere’ karşı ‘halkın’ çıkarlarını gözetme iddiasındaki popülist liderler, vaatleri hep sözde kalsa da seçmenleri etkilemeyi sürdürebildi.
Kapitalizmin hâlâ halka refah getirebileceği inancını canlı tutmakta popülist/otoriter liderlere karşı bir alternatifi de Ezra Klein ve Derek Thompson’un Abundance (Bolluk) adlı yeni kitabında buluyoruz. Kitap; konut, altyapı, sağlık, eğitim, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi alanlarda devletlerin halkın yaşam standardını yükseltecek projeler uygulamasını gündeme getiriyor. Tabi bu sonuçları sadece regülasyonları temizlemekle elde etmek epey tartışma götürür bir bakış açısı.
Artı ve eksilere birlikte bakmak
Regülasyonlara artıları ve eksileri ile birlikte bakmak gerekiyor. Aşırı düzenleme ekonomiyi boğar. Ama iyi regülasyonlar ekonominin belkemiğidir; kurumsal sağlamlığının temelidir. Daron Acemoglu, Simon Johnson ve James Robinson, uzun vadeli ekonomik büyüme için güçlü demokratik kurumların belirleyici olduğunu gösteren çalışmalarıyla daha geçen sene Nobel ödülünü almışlardı.
Güçlü kurumlar, gelir adaletinin de olmazsa olmazı. Branko Milanoviç dünyada yoksulluğun yüzde 90’ının hangi ülkede ve hangi ailede doğduğunuzla açıklanabildiğini söylüyor. Ya da şöyle de söyleyebiliriz: Kapitalizmin iddia ettiği gibi zenginlik ve yoksulluk, kişinin çalışkanlığı ve girişimciliğiyle ilgili değil. Bu nedenle devlet müdahalesi şart.
Belki de Dani Rodrik’in işaret ettiği gibi devletlerin esas sağlaması gereken şeyin daha fazla mal ve hizmet mi olduğu yoksa daha fazla insan onuruna yakışır iş mi olduğunu da tartışmamız gerekiyor. Çünkü çalışanlar için iş, sadece para değil aynı zamanda itibar ve toplumsal saygınlık demek.
Elitlere karşı halkın çıkarlarını korumak popülistlerin iddialarıyla gerçekleşmeyecek. Ülkeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarını gidermekten ülkelerdeki toplumsal mobiliteyi sağlamaya kadar çözülmesi gereken pek çok çetrefil sorun var. Önümüzdeki dönemi, bu sorunlara nasıl müdahale edeceğimiz, nasıl alternatifler geliştireceğimiz belirleyecek.
Trump’ın çılgın projeleri bitince ekonomi politikasında bu sahici konuları tartışmaya başlayacağız. Ve yeni dönemin temel özellikleri ancak bundan sonra şekillenecek.