Seçimlerden yükselen sinyal: Siyaset yolunu arıyor

Geçen haftalardaki dört fark­lı ülkedeki seçimler, dünya­da yeni bir siyasi yön arayışı ol­duğunu bir daha hatırlattı.

İrlanda’da bağımsız ve sol eği­limli Catherine Connolly geçer­li oyların neredeyse üçte ikisini aldı ve geleneksel partilerin he­gemonyasını kırarak ülkenin ilk kadın cumhurbaşkanı seçildi.

İki farklı popülizmin yarıştığı Arjantin’de libertaryan söyleme sahip ama fiilen otoriter eğilimli sağ popülist bir çizgide ilerleyen Javier Milei’nin partisi, Arjan­tin’i yeniden büyük yapma vaa­di ile ara seçimlerde peronist sol popülistlere karşı büyük bir za­fer kazandı.

Hollanda’da bir önceki 2023 seçimlerinin galibi olan aşırı sağcı PVV belirgin bir düşüş ya­şarken merkez-sol/liberal par­ti D66’nın beklenenin üzerinde oy alması Hollanda siyasetinde önemli bir denge değişikliğine yol açtı.

New York’ta ise Trump beledi­ye başkanlığı seçimlerinde Müs­lüman ve demokratik sosyalist Zohran Mamdani için kazanma­sı halinde New York şehrine fe­deral fonları ciddi şekilde "kısa­cağı" tehdidinde bulunmuştu.

Bütün bu farklı seçimler, doğ­rudan ilişkili olmasa da, dünya­da hüküm süren siyasi iklimin izini taşıyor. Bu sonuçlar, siste­me güvensizliği yansıtıyor. Ne merkez eski söylemleri kullan­dıkça umut veren bir çözüm üre­tebiliyor; ne de popülist liderler vaatlerini yerine getirebiliyor. Ekonomi olduğu kadar siyaset de yolunu arıyor.

Popülizmin yükselişi: Umut vermeyen merkeze tepki

Seçmen neden merkezden ka­çıyor? Çünkü merkez sorunları çözebileceğine ilişkin bir umut vermiyor.

2008 krizi, Covid pandemi­si, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali liberal demokrasilerin krizleri çözme kapasitesindeki sorunla­rı gösterdi. Seçmenler yavaş iş­leyen uzlaşmacı demokrasiden uzaklaşıp hızlı çözüm vaat eden liderlere yöneliyor.

Siyasal merkez “refah artışı” vaadini yerine artık getiremiyor. 1980’lerden beri küreselleşme uluslararası gelir farklarını azal­tırken ülkeler içindeki gelir eşit­sizliğini artırdı. Orta sınıfların yaşam standartları geriledi veya yerinde saydı. Merkez siyasetle­rin dağarcığında bu durumu de­ğiştirebilecek bir politika alter­natifi yok.

Buna karşılık, önce 2008 kri­zi, ardından pandemi devletle­rin ekonomik ve toplumsal alana yeniden güçlü biçimde müdaha­le etmesinin önünü açtı. Bu mü­dahale Rusya ve Çin’e karşı ön­lemlerle devam etti. Devlet mü­dahalesi için açılan meşruiyet zemini popülizme yaradı. Geç­mişte siyasetin marjında görü­len popülizm, merkez partilerle rekabet eden, hatta onları ikti­dardan eden bir güce dönüştü.

Küresel bir siyasi form olarak popülizm

Popülizmi besleyen koşul­lar her ülkede benzer biçimde tezahür ediyor. Popülist lider­lerin politikaları ve söylemleri birbirine benziyor. Birbirlerini destekliyorlar. Küreselleşme­ye tepki olarak doğan bir siyasal hareket ironik biçimde kendi kü­reselleşmesini yaşıyor. Bu da po­pülizmin paradoksu olsa gerek!

Arjantin örneği bu açıdan dik­kat çekici. Trump yönetiminin zor durumdaki pesoya verdiği 40 milyar dolarlık destek vaadi Milei’nin imdadına yetişti. Fa­kat Milei’nin Arjantin ekonomi­sini sürdürülebilir büyüme çiz­gisine oturtması pek de kolay ol­mayacak.

Popülizm kısa vadede sağlaya­bileceği bazı ekonomik getirile­re rağmen, uzun vadede hasara yol açıyor. 1900–2020 arasın­daki 51 popülist liderin incelen­diği Funke, Schularick ve Tre­besch’in "Popülist Liderler ve Ekonomi" başlıklı çalışması po­pülizmin ekonomik ve kurum­sal bedelini gözler önüne seri­yor: Popülist yönetimlerde 15 yıl sonunda kişi başına reel GSYİH, karşılaştırılabilir diğer ülkele­re kıyasla yüzde 10 daha düşük oluyor.

Bu araştırmanın ortaya koy­duğu bir diğer ilgi çekici bulgu ise popülizmin dayanıklılığı. Po­pülist liderler iktidarı diğerleri­ne oranla ortalama iki kat daha uzun süre ellerinde tutabiliyor­lar. Popülist bir liderin iktidara gelmesi o ülkede, başka popülist liderlerin de yolunu açıyor. Ar­jantin bunun tipik örneği.

Bu da bizi popülizmle nasıl baş edilebileceği sorusuna getiriyor. Küreselleşme karşıtı popülist li­derlerin işbirliği yapmasına kar­şılık, özü itibariyle evrensel olan liberalizmin savunucuları kendi başlarının çaresine bakmaya ça­lışıyor. Popülizme yol açan ko­şullar benzer olsa da onunla mü­cadele biçimi ülkelerin kurum­sal kapasitesine göre değişiyor. Bu açıdan Hollanda seçimleri kurumsal kapasitenin devreye sokulabilmesi halinde merkezin tutunabildiğini gösterdi.

Bence popülizmin küresel yükselişine karşı koymanın yo­lu, yeni bir küresel vizyondan ve merkez siyasetin yeniden ta­nımlanmasından geçiyor. Po­pülizmin yükselişini önlemek için siyasetin umut veren kap­sayıcı bir dil kurması gerekiyor. Burada da Mamdani’nin New York’taki seçim kazandıran kampanyası iyi bir deney sundu.

Yazara Ait Diğer Yazılar