Yeni ekonomik düzen

Trump’ın ABD merkez bankasının bağımsızlığına göz dikmesi örneğinde olduğu gibi popülist liderlerin kurumları siyasetin güdümüne sokmaya çalışmasının halkın refahında artışla sonuçlanmasını beklememek gerekiyor. Trump’ın ‘büyük güzel yasa’ diye pazarladığı zenginlere vergi indirimi getiren yasa bunun bir örneği.

Trump’ın dış ticaret hamle­lerini o kadar konuştuk ki, sanki dünya ekonomisini sadece onun tweetleri belirliyor­muş gibi oldu. Ama dış ticaret, bu yeni ekonomik düzenin sadece bir parçası. Hatta belki de en önemli parçası bile değil. Değişim öyle de­rin ki, “ABD mi kazanacak, Çin mi?” diye çekirdek çitleyerek izlediği­miz bir dizi izlemiyoruz.

Jackson Hole toplantıları

Geçen hafta yapılan Jackson Ho­le toplantılarında Powell, Trump’ın aylardır süren tehditleri altında ko­nuştu. Malum, faizleri düşürmezse Trump, Powell’ı görevden almak­la tehdit ediyordu. Trump için faiz oranı kahve fiyatı gibiydi: “Ne ka­dar düşük olursa o kadar keyifli.” Görevden alma tehdidi Powell ile de sınırlı değil. Konut kredisi baş­vuru belgelerinde sahtecilik yaptı­ğı iddiasıyla karşı karşıya olan Fed Yönetim Kurulu Üyesi Lisa Cook da tehdit altında.

Jackson Hole toplantısında Powell faiz indirimi sinyali verin­ce Wall Street şenlik havasına girdi girmesine ama bu şenlikte, ‘Bağım­sız Merkez Bankası’ tartışmasının da ateşi yakıldı.

Amerika için pek alışık olun­mayan bir tartışma bu, ama bize yabancı değil: Bir aralar siyaset­çi–merkez bankası gerilimi bizim televizyonların sabah kuşağının vazgeçilmez konuları arasındaydı.

Bağımsız kurumlar

ABD’de bağımsız merkez ban­kacılığı 1951’den beri finansal sistemin kutsal kitabı sayılıyor. 1980’lerde neoliberalizm norm ha­line gelince, işin raconu şuna dön­dü: “Politikayı teknokratlar belir­lesin, siyasetçiler karışmasın.” Güzel… ama bu, halkın da fazla söz hakkı olmaması demek.

Teknokratların karar alırkenki derdi, hiç şüphesiz benim üç ku­ruş birikimimle ne yapacağım de­ğil. Onlar devasa fonlara bakıyor. Wall Street hapşırınca dünya grip oluyor, ben öksürünce kimsenin haberi bile olmuyor.

2008 krizini hatırlayalım: Dev­letler, batmasına izin verilemeye­cek kadar büyük finansal kuruluş­ları kurtardı. Ama çalışanlar için durum farklıydı. Bankalar için “ba­tarsa dünya batar” denirken konut kredisini ödeyemeyen emekçilere “Kapı açık. Arkanı dön ve çık” dendi. Sorun teknokratların kötü niyetin­den değil, sistemin böyle kurgulan­mış olmasından kaynaklanıyordu. Protestoları da hatırlıyorsunuzdur; insanlar evlerinden atılıp, işsizlik yüzde 25’lere varıp bir de üstüne ücretler tırpanlanınca birçok ülke­de büyük protestolar yaşanmış, bu protestolar iktidarları devirmişti.

Popülizm ve kurumlar

Bugün aynı hoşnutsuzluğu so­kak protestolarında değil, sandık­larda görüyoruz: şimdi popülist liderler çağı. Çalışan kesimlerin refahının artırılması ekonomi po­litikasının öncelikleri arasında­ki yerini kaybettikçe artan halkın hoşnutsuzluğu popülistlerin elit düşmanlığı söylemleri ile birleşi­yor. Yani mesele Trumpgiller de­ğil, bu liderleri ehveni şer haline getiren ekonomi politikaları.

Fakat popülistlerin elit düşman­lığı sadece lafta kalıyor.

Trump’ın ABD merkez bankası­nın bağımsızlığına göz dikmesi ör­neğinde olduğu gibi popülist lider­lerin kurumları siyasetin güdümü­ne sokmaya çalışmasının halkın refahında artışla sonuçlanmasını beklememek gerekiyor. Trump’ın ‘büyük güzel yasa’ diye pazarladı­ğı zenginlere vergi indirimi getiren yasa bunun bir örneği.

Gelir ve servet dağılımının daha dengeli hale gelmesi uzun vadeye yayılan politikalarla olur. Politi­kacıların ise bu kadar sabrı yoktur. Onların ufku bir sonraki seçime kadardır.

Ekonomi politikasının uzmanlık gerektirdiği ve bu nedenle siyaset­çilere değil teknokratlara bırakıl­ması gerektiği konusunda iş dün­yası ve akademideki mutabakat Türkiye’de de geçerli. Muhalefet de uzun süre bu bakış açısıyla hareket etti. Bugün de bu mutabakata sadık kalarak yapılan muhalefet “sorun­lar sadece para politikasıyla çözül­mez” demekten öteye gitmiyor.

Yenişeyler söylemek lazım

Oysa ne neoliberalizmin pan­zehri popülizm ne de popülizmin panzehri yeniden neoliberalizme dönüş. Esas mesele, iş dünyası ile halkın çıkarlarını yeniden denge­lemek. Ama bunu 1970’lerde ol­duğu gibi ekonomiyi krize sürük­lemeden yapmak. Kurumların ba­ğımsızlığına saldırmak yerine, kurumların önceliklerini doğru be­lirlemek. Bir de iklim krizini hesa­ba kattığımızda, zaten başka çare­mizin olmadığı görülüyor.

Bir avantaj teknoloji. Günümüz teknolojileri, katılımcı kurumları, sosyal politikayı ve refah devletiyle rekabetçiliğin dengesini kurmayı kolaylaştırıyor.

Çözüm, eski tartışmaları ısıtıp önümüze getirmek değil; yeni tarif­ler bulmak. Ekonomi politikasında da biraz ‘yaratıcı mutfak işi’ lazım.

Yazara Ait Diğer Yazılar