Satrançtan Go’ya: Çin-ABD rekabeti

Çinlilerin “weiqi”, Kore­lilerin “Baduk”, Japon­ların ise “Go” adını verdik­leri, binlerce yıllık geçmişe sahip zekâ ve strateji oyu­nu, aynı zamanda Uzak Do­ğu’nun kültürel kodlarını da yansıtan bir araç niteliğinde. 19x19’luk bir tahta üzerinde oynanan bu oyunun eğitimi, okullarda zekâ ve karakter gelişimi için veriliyor.

Basit ama bir o kadar da karmaşık, ko­lay öğrenilebilen ama bir o kadar da zor oynanan bir oyun Go. Taş­lar yerleştirildikten sonra hare­ket etmiyor ama rakip tarafından kuşatıldığında ölüyorsun. Özel­liği; sabır, denge ve uzun vadeli planlamayı esas alması.

Satranç ise Hint ve İran mah­reçli olsa da Ortaçağ’dan itiba­ren Batı dünyasının kültür alanı­na dahil edilen ve oranın kültürel kodlarıyla modernize edilmiş bir strateji oyunu. 8x8’lik bir tahta üzerinde farklı hareket kabiliyet­leri olan taşlarla karşı tarafın en değerli oyuncusu olan şahı, mat etme hedefi var. Hem saldırı hem de savunma halinde olmanız şart.

Günümüz dış politika arenası, Batı sisteminin dünyaya bakışı­nı yansıtacak şekilde bir satranç tahtası olarak görüldüğünden, dünya da buna paralel bir oku­maya tabi tutuluyor. Ama ya biri­si oyunu satranç tahtasından alıp Go tahtasına çektiyse…

Go tahtasında rekabet

21. yüzyılın büyük güç rekabe­ti sadece askeri, ekonomik ya da jeopolitik değil, teknolojik ve psi­kopolitik alanda da derinleşen bir mücadeleye dönüşmüş du­rumda. Bu mücadeleyi anlamak eski paradigmalarla mümkün de­ğil. “Trump ve ekibi ne yapıyor; niçin yapıyor; nasıl yapıyor; akıl­lı mı deli mi; nereden çıktı şimdi bunlar” gibi soruların cevabı için tsunami gibi yükselen ve ilk dalgaları kıyılara vurma­ya başlayan Çin depremine iyi bakmak gerekiyor.

Oyun, artık satrançtaki gi­bi merkezde ve kanlı çarpış­malar ve kurbanlarla devam etmiyor. Kenarlardan sabırla taşları dize dize merkezi ku­şatma altına almış olan Çin, 19. yüzyıldan itibaren “utanç yüzyılı” olarak tanımladığı ve emperyalist Batı saldırısından aldıkları derin yaralarını inanç­la sardıkları bir dönemin kapanış seramonisini yapıyor.

ABD ise Trump öncülüğün­de, saçmalık gibi görünen tüm o yaptıklarını yapmaya bir anlam­da mecbur. Merkezdeki kavganın şehvetinden ve narsist efendilik imgesini gerçek zannetmesin­den olacak, çevredeki kuşatma­nın hangi aşamaya geldiğini an­cak anlayabildiler. Bütün dün­ya halklarını karşınıza aldığınız, kendi koyduğunuz kuralları, kur­duğunuz kurumları değersiz kıl­dığınız; diğerlerinin direnişine rağmen kurabileceğinizi öngör­düğünüz imparatorluk modeli iş­lemiyor. Siz ‘şah’ değilsiniz; vezi­riniz de yok! Oyun da zaten artık satranç değil.

ABD- Çin nereye?

ABD’nin dünya üzerindeki konumunu yeniden tarif etmeye başladığı bir dönemde eski paradigmalar, yani demokrasi, libe­ral ekonomi, özgürlükler, Batı itti­fakı gibi temalar artık geçersiz.

Tsunamiye karşı duvar örme ça­basında olan bir Trump yöneti­mi var. Ne kadar başarılı olabile­ceğini göreceğiz. Ortada bir stra­teji olmadığı inancı ise yanlış ve dünyayı ille Mearsheimer, Brze­zinski gibi isimlerin gözlüğün­den okumamız gerekmiyor.

Yeni rekabet hem alternatif ti­caret yollarını güvence altına ala­cak jeopolitik hatlarda ve hem de teknoloji ve siber alanda yoğun­laşmış durumda. ABD yönetimi Çin’in özellikle yarı iletken, 5G ve yapay zekâ alanlarındaki yük­selişini, lisans yasakları, ihracat kısıtlamaları ve şirket ambar­golarıyla frenlemeye çalışıyor. Trump’ın ilk döneminden beri yasaklama; kısıtlama ve mütte­fikleri zorlama stratejisi bir net­lik içeriyor. Çin, bir rakipten çok, fazla açıktan ifade edilmese de bir düşmana dönüşmüş durumda.

Çin ise Deng Xiaoping’in “ışığı­nı gizle, zamanını bekle” strateji­sinden "zamanı geldi" aşamasına geçmiş bulunuyor. Mütebessim yüzleriyle (!) ekonomik ve tekno­lojik alanda güçlenmeyi, altyapı yatırımları ve teknoloji ihracı yo­luyla küresel etki alanlarını ge­nişletmeyi başardılar. Alternatif pazarlar geliştirirken, iç talebi de güçlendirdiler; ASEAN ile Afrika arasında ekonomik bağlarını de­rinleştirmeyi başararak sistemin merkezini kenardan çevreleyen bir ağ kurmayı başardılar.

Afrika artık bir Çin kıtası; Av­rupa diz çökmüş durumda; Pu­tin’in Rusyası ise (Trump’a ka­dar) zorla Çin’in kollarına itil­miş bir halde. “Tek Kuşak Tek Yol” (OBOR) girişimi, yalnızca yaklaşık 80 ülkeyi bir araya geti­ren, kara ve deniz yolları boyun­ca uzanan bir entegrasyon alanı değil, Go taşları gibi yerleştiri­len fiber optik ağlar, yapay zekâ merkezleri ve bulut sistemleriyle örülü yeni bir sistem önerisi.

Ejderhanın içinde taşıdığı ya­kıcı ateşi görmezden gelmek ise tam bir delilik.

Yazara Ait Diğer Yazılar