Satrançtan Go’ya: Çin-ABD rekabeti

Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK
Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK Periskop denizulke.kaynak@dunya.com

Çinlilerin “weiqi”, Kore­lilerin “Baduk”, Japon­ların ise “Go” adını verdik­leri, binlerce yıllık geçmişe sahip zekâ ve strateji oyu­nu, aynı zamanda Uzak Do­ğu’nun kültürel kodlarını da yansıtan bir araç niteliğinde. 19x19’luk bir tahta üzerinde oynanan bu oyunun eğitimi, okullarda zekâ ve karakter gelişimi için veriliyor.

Basit ama bir o kadar da karmaşık, ko­lay öğrenilebilen ama bir o kadar da zor oynanan bir oyun Go. Taş­lar yerleştirildikten sonra hare­ket etmiyor ama rakip tarafından kuşatıldığında ölüyorsun. Özel­liği; sabır, denge ve uzun vadeli planlamayı esas alması.

Satranç ise Hint ve İran mah­reçli olsa da Ortaçağ’dan itiba­ren Batı dünyasının kültür alanı­na dahil edilen ve oranın kültürel kodlarıyla modernize edilmiş bir strateji oyunu. 8x8’lik bir tahta üzerinde farklı hareket kabiliyet­leri olan taşlarla karşı tarafın en değerli oyuncusu olan şahı, mat etme hedefi var. Hem saldırı hem de savunma halinde olmanız şart.

Günümüz dış politika arenası, Batı sisteminin dünyaya bakışı­nı yansıtacak şekilde bir satranç tahtası olarak görüldüğünden, dünya da buna paralel bir oku­maya tabi tutuluyor. Ama ya biri­si oyunu satranç tahtasından alıp Go tahtasına çektiyse…

Go tahtasında rekabet

21. yüzyılın büyük güç rekabe­ti sadece askeri, ekonomik ya da jeopolitik değil, teknolojik ve psi­kopolitik alanda da derinleşen bir mücadeleye dönüşmüş du­rumda. Bu mücadeleyi anlamak eski paradigmalarla mümkün de­ğil. “Trump ve ekibi ne yapıyor; niçin yapıyor; nasıl yapıyor; akıl­lı mı deli mi; nereden çıktı şimdi bunlar” gibi soruların cevabı için tsunami gibi yükselen ve ilk dalgaları kıyılara vurma­ya başlayan Çin depremine iyi bakmak gerekiyor.

Oyun, artık satrançtaki gi­bi merkezde ve kanlı çarpış­malar ve kurbanlarla devam etmiyor. Kenarlardan sabırla taşları dize dize merkezi ku­şatma altına almış olan Çin, 19. yüzyıldan itibaren “utanç yüzyılı” olarak tanımladığı ve emperyalist Batı saldırısından aldıkları derin yaralarını inanç­la sardıkları bir dönemin kapanış seramonisini yapıyor.

ABD ise Trump öncülüğün­de, saçmalık gibi görünen tüm o yaptıklarını yapmaya bir anlam­da mecbur. Merkezdeki kavganın şehvetinden ve narsist efendilik imgesini gerçek zannetmesin­den olacak, çevredeki kuşatma­nın hangi aşamaya geldiğini an­cak anlayabildiler. Bütün dün­ya halklarını karşınıza aldığınız, kendi koyduğunuz kuralları, kur­duğunuz kurumları değersiz kıl­dığınız; diğerlerinin direnişine rağmen kurabileceğinizi öngör­düğünüz imparatorluk modeli iş­lemiyor. Siz ‘şah’ değilsiniz; vezi­riniz de yok! Oyun da zaten artık satranç değil.

ABD- Çin nereye?

ABD’nin dünya üzerindeki konumunu yeniden tarif etmeye başladığı bir dönemde eski paradigmalar, yani demokrasi, libe­ral ekonomi, özgürlükler, Batı itti­fakı gibi temalar artık geçersiz.

Tsunamiye karşı duvar örme ça­basında olan bir Trump yöneti­mi var. Ne kadar başarılı olabile­ceğini göreceğiz. Ortada bir stra­teji olmadığı inancı ise yanlış ve dünyayı ille Mearsheimer, Brze­zinski gibi isimlerin gözlüğün­den okumamız gerekmiyor.

Yeni rekabet hem alternatif ti­caret yollarını güvence altına ala­cak jeopolitik hatlarda ve hem de teknoloji ve siber alanda yoğun­laşmış durumda. ABD yönetimi Çin’in özellikle yarı iletken, 5G ve yapay zekâ alanlarındaki yük­selişini, lisans yasakları, ihracat kısıtlamaları ve şirket ambar­golarıyla frenlemeye çalışıyor. Trump’ın ilk döneminden beri yasaklama; kısıtlama ve mütte­fikleri zorlama stratejisi bir net­lik içeriyor. Çin, bir rakipten çok, fazla açıktan ifade edilmese de bir düşmana dönüşmüş durumda.

Çin ise Deng Xiaoping’in “ışığı­nı gizle, zamanını bekle” strateji­sinden "zamanı geldi" aşamasına geçmiş bulunuyor. Mütebessim yüzleriyle (!) ekonomik ve tekno­lojik alanda güçlenmeyi, altyapı yatırımları ve teknoloji ihracı yo­luyla küresel etki alanlarını ge­nişletmeyi başardılar. Alternatif pazarlar geliştirirken, iç talebi de güçlendirdiler; ASEAN ile Afrika arasında ekonomik bağlarını de­rinleştirmeyi başararak sistemin merkezini kenardan çevreleyen bir ağ kurmayı başardılar.

Afrika artık bir Çin kıtası; Av­rupa diz çökmüş durumda; Pu­tin’in Rusyası ise (Trump’a ka­dar) zorla Çin’in kollarına itil­miş bir halde. “Tek Kuşak Tek Yol” (OBOR) girişimi, yalnızca yaklaşık 80 ülkeyi bir araya geti­ren, kara ve deniz yolları boyun­ca uzanan bir entegrasyon alanı değil, Go taşları gibi yerleştiri­len fiber optik ağlar, yapay zekâ merkezleri ve bulut sistemleriyle örülü yeni bir sistem önerisi.

Ejderhanın içinde taşıdığı ya­kıcı ateşi görmezden gelmek ise tam bir delilik.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Azerbaycan Rusya gerilimi 07 Temmuz 2025
Trump’ın denge siyaseti 30 Haziran 2025
Ağabey de sahnede! 23 Haziran 2025
Quo vadis; savaş nereye? 16 Haziran 2025
Trump ve çobanlar savaşı 10 Haziran 2025
Coğrafya beladır 02 Haziran 2025
Putin’i beklemek 19 Mayıs 2025
Silahlara Veda 12 Mayıs 2025