Terörsüz Türkiye inancımız

Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK
Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK Periskop denizulke.kaynak@dunya.com

İnsan zihni bilgiler, duygular, hayaller ve inançlardan oluşan bir kale gibidir; kapıları yabancılara kolay açılmaz. Doğumla başlayan biriktirme sürecinde kale içerisinde kompar­tımanlar oluşur. Bunlardan bazıları misafir­lere ve yeniliklere daha açık olmakla birlikte bazılarının kapısı açılmadığından duvarlarını yıkmak gerekir.

En sağlam duvarlar inançların barındığı kompartımana aittir. İnsan bir kez inandığın­dan kolayca vazgeçemez. Çünkü inanç, rasyo­nalite ile test edilebilen, bilgi gibi somut bir aktarıma değil, bilgilerin duygu ve tasavvur­larla yoğrulmasıyla şekillenen bir inşa süreci­ne dayanır. Yani bir elekten geçer. O elek, gelen bilgiyi özgünleştirir, şahsileştirir ve birey ile inanç arasında bir aidiyet ilişkisi kurar. İlginç olan, kişiye ait olduğu varsayılan inancın, bir şekilde inanca ait kişiler üretmesidir.

İnanç kişiyi kendi yuvasına aldığında o yu­vanın hakim değerleri ve davranış kalıpları, üzerinden sosyal bağlar oluşması kaçınılmaz­dır. İnanç bir grup kimliğine dönüştüğünde ar­tık bilginin değil, kimliğin sorgulanması söz konusudur. Yeni ve yabancı olana kapılar ka­panır.

İlahi, ideolojik, ahlaki, mitolojik ya da epis­temik (bilgiye dair) tüm inanışlar benzer dav­ranışlar gösterirler. Duvarları dayanıklı olan­ların grup bağlılıkları yüksek, dış dünya algı­ları güvensiz, sınırları net ve grup hiyerarşisi katı olur. Değişim ve dönüşüm talebi onlar açı­sından sadece sahip oldukları inancın değil dünyayı anlamlandırma biçimlerinin, geçmi­şin, ait olunan sosyal çevrenin, ortak gelecek tahayyüllerinin sorgulanması demektir. Bu da hiç kolay bir şey değildir.

İnanmamak için reddetmek

İnsan, doğruyu bulmaya değil inandığı şeyin doğruluğunu kabul ettirmeye meyilli bir var­lıktır. Bazen doğru ve gerçek olanın, yıllarca inandığımız, uğruna mücadele ettiğimiz, duy­gusal yatırım yaptığımız fikir olmadığını fark ederiz. Gerçek apaçık ortadadır ama biz ısrarla reddederiz. Psikolog Leon Festinger 1950’ler­de geliştirdiği ve “bilişsel uyumsuzluk” olarak tanımladığı bu durumu “kişi ya da grup savun­duğu fikirle çelişen yeni bir gerçeklikle karşı­laştığında rahatsızlık hisseder. Bu rahatsızlığı azaltmak adına ya gelen yeni bilgiyi reddeder ya da mevcut inancını esneterek bir uyum ya­ratmaya çalışır” biçiminde açıklamaktadır.

Örneğin “sigara içmek öldürücüdür” bilgisi­ni alan bir tiryaki bu bilgiye karşı “hemen bı­rakmalıyım” tepkisini nadiren geliştirir. İlk es­nek savunma “asıl bırakmanın yaratacağı stres beni öldürür” biçimindedir. Bilgi yoğunlaştık­ça “ben zaten çok az içiyorum” aşamasına ge­çilir. Şüpheci karşılık ise “bu bilgi, tıp endüst­risinin yeni bir komplosu.” şeklinde gelebilir. Sigarayı bırakmanın iyi bir şey olduğu bilinse de bunun kabulü hem bir hazdan vazgeçiş hem de bir bağımlılığı bırakmanın zorluğuyla yüz­leşme yaratacağı için ciddi maliyet yaratır. Bil­giyi reddetmek, kabul etmekten daha kolaydır.

Neye inanacağız?

Türkiye’de inandıklarımız çoktan sosyal kimliklerimiz haline geldi bile. Üstelik bu yeni inanç kimliklerimiz önceki ideolojik, dini, et­nik vs. kalıplarımızı da yıkıp geçti. Duvar için­de duvar inşa ettik. Mesela “Terörsüz Türkiye” projesine inananlar ve inanmayanlar ayrımı Kürt, Türk, milliyetçi, solcu, dindar vs. kimlik­lerin duvarlarını çoktan aştı. Terörsüz Türkiye projesini hayata geçirmek için umutlu ve he­vesli olanlar, o fikre karşı duranların iddiala­rıyla karşı karşıya.

Şöyle savlar var: “Bıraktılar da karşılığında ne verdiniz? ; “terörü bırakmak için öne sürü­len koşullar sağlığımıza daha zararlı”; “bu Kürt devleti kurmak için ABD ve İsrail’in oyunu”; “anayasa değişip Erdoğan’ın yeniden seçilme­si için Kürtlerle pazarlık var”; “silahı bırakıp da nereye bırakacaklar. PKK biter CKK baş­lar”; “Türkiye devleti çöktü, Sevr geri geldi” vs.

Dünya tarihinde bir terör örgütü silah bı­rakırken bunca olumsuz fikrin varlığı pek de alışılmış bir şey değil. Tamamen bize özgü bir inanç blokajı ile karşı karşıyayız. 40 yıldır bin­lerce insanımızın hayatına mal olan bir şiddet hareketinin bitiyor oluşuna tam da sevinemi­yoruz. Zira inandıklarımızdan inşa ettiğimiz “biz ve onlar duygusu” bildik düşman tasavvu­ru ile birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşı­ya. Aynı duygu PKK tarafında da geçerli.

Kafalardaki sorular belli. Bunca yıl biz ni­ye öldük öldürdük? Ait olduğumuz inanç yu­vasını yıktığımızda biz neye ait olacağız? Bize yeni bir kale inşa etmeden, eski kalemizi nasıl yıkarsınız? Biz şimdi kim olacağız kimlerden sayılacağız? Demem o ki; yeni bir ortak inanç üretmeden eski inançların kalıplarını yıkmak kolay değil. Terörsüz Türkiye’nin yolu silah bı­rakmadan değil; inanç bırakmadan ve inanç in­şa etmekten geçiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Azerbaycan Rusya gerilimi 07 Temmuz 2025
Trump’ın denge siyaseti 30 Haziran 2025
Ağabey de sahnede! 23 Haziran 2025
Quo vadis; savaş nereye? 16 Haziran 2025
Trump ve çobanlar savaşı 10 Haziran 2025
Coğrafya beladır 02 Haziran 2025
Putin’i beklemek 19 Mayıs 2025
Silahlara Veda 12 Mayıs 2025
Papa I. Trumpis 05 Mayıs 2025