Terörsüz Türkiye inancımız
İnsan zihni bilgiler, duygular, hayaller ve inançlardan oluşan bir kale gibidir; kapıları yabancılara kolay açılmaz. Doğumla başlayan biriktirme sürecinde kale içerisinde kompartımanlar oluşur. Bunlardan bazıları misafirlere ve yeniliklere daha açık olmakla birlikte bazılarının kapısı açılmadığından duvarlarını yıkmak gerekir.
En sağlam duvarlar inançların barındığı kompartımana aittir. İnsan bir kez inandığından kolayca vazgeçemez. Çünkü inanç, rasyonalite ile test edilebilen, bilgi gibi somut bir aktarıma değil, bilgilerin duygu ve tasavvurlarla yoğrulmasıyla şekillenen bir inşa sürecine dayanır. Yani bir elekten geçer. O elek, gelen bilgiyi özgünleştirir, şahsileştirir ve birey ile inanç arasında bir aidiyet ilişkisi kurar. İlginç olan, kişiye ait olduğu varsayılan inancın, bir şekilde inanca ait kişiler üretmesidir.
İnanç kişiyi kendi yuvasına aldığında o yuvanın hakim değerleri ve davranış kalıpları, üzerinden sosyal bağlar oluşması kaçınılmazdır. İnanç bir grup kimliğine dönüştüğünde artık bilginin değil, kimliğin sorgulanması söz konusudur. Yeni ve yabancı olana kapılar kapanır.
İlahi, ideolojik, ahlaki, mitolojik ya da epistemik (bilgiye dair) tüm inanışlar benzer davranışlar gösterirler. Duvarları dayanıklı olanların grup bağlılıkları yüksek, dış dünya algıları güvensiz, sınırları net ve grup hiyerarşisi katı olur. Değişim ve dönüşüm talebi onlar açısından sadece sahip oldukları inancın değil dünyayı anlamlandırma biçimlerinin, geçmişin, ait olunan sosyal çevrenin, ortak gelecek tahayyüllerinin sorgulanması demektir. Bu da hiç kolay bir şey değildir.
İnanmamak için reddetmek
İnsan, doğruyu bulmaya değil inandığı şeyin doğruluğunu kabul ettirmeye meyilli bir varlıktır. Bazen doğru ve gerçek olanın, yıllarca inandığımız, uğruna mücadele ettiğimiz, duygusal yatırım yaptığımız fikir olmadığını fark ederiz. Gerçek apaçık ortadadır ama biz ısrarla reddederiz. Psikolog Leon Festinger 1950’lerde geliştirdiği ve “bilişsel uyumsuzluk” olarak tanımladığı bu durumu “kişi ya da grup savunduğu fikirle çelişen yeni bir gerçeklikle karşılaştığında rahatsızlık hisseder. Bu rahatsızlığı azaltmak adına ya gelen yeni bilgiyi reddeder ya da mevcut inancını esneterek bir uyum yaratmaya çalışır” biçiminde açıklamaktadır.
Örneğin “sigara içmek öldürücüdür” bilgisini alan bir tiryaki bu bilgiye karşı “hemen bırakmalıyım” tepkisini nadiren geliştirir. İlk esnek savunma “asıl bırakmanın yaratacağı stres beni öldürür” biçimindedir. Bilgi yoğunlaştıkça “ben zaten çok az içiyorum” aşamasına geçilir. Şüpheci karşılık ise “bu bilgi, tıp endüstrisinin yeni bir komplosu.” şeklinde gelebilir. Sigarayı bırakmanın iyi bir şey olduğu bilinse de bunun kabulü hem bir hazdan vazgeçiş hem de bir bağımlılığı bırakmanın zorluğuyla yüzleşme yaratacağı için ciddi maliyet yaratır. Bilgiyi reddetmek, kabul etmekten daha kolaydır.
Neye inanacağız?
Türkiye’de inandıklarımız çoktan sosyal kimliklerimiz haline geldi bile. Üstelik bu yeni inanç kimliklerimiz önceki ideolojik, dini, etnik vs. kalıplarımızı da yıkıp geçti. Duvar içinde duvar inşa ettik. Mesela “Terörsüz Türkiye” projesine inananlar ve inanmayanlar ayrımı Kürt, Türk, milliyetçi, solcu, dindar vs. kimliklerin duvarlarını çoktan aştı. Terörsüz Türkiye projesini hayata geçirmek için umutlu ve hevesli olanlar, o fikre karşı duranların iddialarıyla karşı karşıya.
Şöyle savlar var: “Bıraktılar da karşılığında ne verdiniz? ; “terörü bırakmak için öne sürülen koşullar sağlığımıza daha zararlı”; “bu Kürt devleti kurmak için ABD ve İsrail’in oyunu”; “anayasa değişip Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için Kürtlerle pazarlık var”; “silahı bırakıp da nereye bırakacaklar. PKK biter CKK başlar”; “Türkiye devleti çöktü, Sevr geri geldi” vs.
Dünya tarihinde bir terör örgütü silah bırakırken bunca olumsuz fikrin varlığı pek de alışılmış bir şey değil. Tamamen bize özgü bir inanç blokajı ile karşı karşıyayız. 40 yıldır binlerce insanımızın hayatına mal olan bir şiddet hareketinin bitiyor oluşuna tam da sevinemiyoruz. Zira inandıklarımızdan inşa ettiğimiz “biz ve onlar duygusu” bildik düşman tasavvuru ile birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Aynı duygu PKK tarafında da geçerli.
Kafalardaki sorular belli. Bunca yıl biz niye öldük öldürdük? Ait olduğumuz inanç yuvasını yıktığımızda biz neye ait olacağız? Bize yeni bir kale inşa etmeden, eski kalemizi nasıl yıkarsınız? Biz şimdi kim olacağız kimlerden sayılacağız? Demem o ki; yeni bir ortak inanç üretmeden eski inançların kalıplarını yıkmak kolay değil. Terörsüz Türkiye’nin yolu silah bırakmadan değil; inanç bırakmadan ve inanç inşa etmekten geçiyor.