Trump, Putin ve Alaska

Tarih boyunca sis­temin büyük ak­törlerini temsil eden liderlerin buluşması iyi veya kötü yeni bir dünyanın kapısını ara­layan zirveler olarak anıldı. Örneğin 20. yüz­yılın temel düzeni pek çok tarihçiye göre “bü­yük dörtlü”nün lider­liğindeki Versay Zirvesi ile şe­killenmişti.

ABD Başkanı Wood­row Wilson, Britanya Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbaka­nı Georges Clemencau ve İtal­ya Başbakanı Vittorio Orlando, savaş sonrası düzenin nasıl şe­killenmesi gerektiğini konuşup, tartışıp anlaşmıştı. Yeni dünya, çok uluslu imparatorlukları da­ğıtmak ve savaşın yenilen tara­fını bir daha sistemde belirleyi­ci rol oynayamayacak kadar kü­çülterek zayıflatmak prensibine dayalıydı. Düzene karşı gelenler, yalnızca Osmanlı’nın genç su­bayları oldular. Atatürk’ün lider­liğinde kurulan Türkiye Cum­huriyeti, bu zirvenin tasarımı­na karşı duran ilk direnişçi oldu. Savaşı kaybeden diğer aktörler ise 20 yıl sonra sisteme karşı bü­yük bir isyan hareketi başlatarak on milyonlarca insanın hayatına mal olan II. Dünya Savaşı’nı baş­lattılar. Yine yenildiler.

Savaş sonrası inşa edilen dü­zenin mottosu ‘soğuk savaş” idi. Yeni tarih, ABD Başkanı The­odore Roosevelt, Rusya lideri Joseph Stalin ve Britanya Baş­bakanı Winston Churchill‘in katılımıyla Yalta Zirvesi’nde başlatılacaktı. Merkez Avru­pa’nın bölünmesi ve zayıflatıl­ması temel prensipti. Doğu Av­rupa Varşova Paktı, Batı Avru­pa ise NATO şemsiyesi altında kontrol altına alınıyordu. Birleş­miş Milletler’in kuruluşu, küre­sel bir düzenin “Büyük Beşli”nin sigortaladığı bütünsel bir yapıya dönüştürülmesi hedefini yansı­tıyordu. Bu hedef doğrultusun­da Roosevelt idealist, Churchill temkinli, Stalin ise pragmatikti. Diğerleri ise aslında yoktular.

1989 yılında Malta açıkların­da bir gemide, fırtınalı bir günde, George Bush ve Mihail Gorbaçov arasında yapılan tarihi zirve, kü­resel düzenin 44 yıl önce kuru­lan yapısının değişeceğini gös­teren en ciddi sinyaldi. Malta Zirvesi’nin sonucu resmi bir an­laşma değil sembolik bir ilan ol­sa da iki tarafın artık birbirine düşmanlık yapmayacağını taah­hüt eden, ‘soğuk savaşı’n o ger­gin psikolojisini dağıtarak yeni bir dönemin kapısını aralayan büyük bir adımdı. Duvarlar yıkı­lırken, küresel köy kucaklaşma­ya hazırlanıyordu.

Trump Putin zirveleri

Dünya sisteminin her zaman en önemli özelliği değişime açık olmasıydı. SSCB’nin dağılma­sından sonra bir daha asla tarih sahnesine aynı güçle dönemeye­ceği düşünülen Rusya’nın, Putin liderliğinde sistemi sallamaya başlaması 2007 Münih Güven­lik Zirvesi’nde ilk sinyallerini vermişti. Pasifiğin öte yanından Çin, küresel köyün yeni devi ola­rak yükselirken, Rusya, saldır­gan bir formda kaybettiklerini yeniden kazanma telaşını yan­sıtan bir politikaya yönelmişti. ABD’nin artık kürenin tek kutbu olmadığını görmesi biraz zaman aldığı gibi maliyetin de yüksel­mesine neden oldu.

Obama idealizminin sonu Do­nald J.Trump’ın iktidarı ile geldi. Putin’in karşısında artık Ameri­kan müesses nizamına da mey­dan okuyan, değişik bir tipoloji vardı. Siyasetin dili ve tarzının değişmesi herkesi hazırlıksız yakalamıştı. Trump, dünyada­ki tüm topraklara emlak gözüy­le bakan, diplomatik ilişkileri parasal getirileri ve potansiyel­leri üzerinden şekillendiren, en ciddi güvenlik tehdidinin biz­zat ABD içinden kaynaklandığı­nı düşünen, dost-düşman ayrımı gibi psikolojik faktörleri redde­den ama bir yandan da Ameri­ka’yı büyük yapmayı vadeden bir profildi.

Trump’ın Putin’e bakışı da do­ğal olarak böyle şekilleniyordu. İkili arasında 2018’de düzen­lenen Helsinki Zirvesi, gergin bir atmosferde gerçekleşecekti. 2016’da ABD’de yapılan seçim­lere Rusya’nın müdahale etti­ği ve Trump’ı desteklediği iddi­ası Amerikan kamuoyunu hay­li meşgul etmişti. Rusya 2014’te Kırım’ı ilhak etmiş, buna bağ­lı olarak doğu Ukrayna’daki sı­kıntı zirveye ulaşmıştı. Çıkarlar önemli ölçüde çatışıyordu. Zir­veden bu konularla ilgili somut bir sonuç çıkmasa da Trump’ın Amerikan güvenlik bürokrasisi­ni karşısına alarak Putin’in söz­lerine prim vermesi ve CIA, FBA ve NSA gibi kurumları suçlama­ya varan açıklamaları sarsıcı et­kiler yaratmıştı. ABD Rusya iliş­kileri bir yana, Trump ile Putin ilişkileri bir başka yanaydı.

Alaska Zirvesi’nden kalanlar

Rus Çarlığı’nın 1867 yılın­da savaş borçlarını ödeyebil­mek ve Britanya baskısını kı­rabilmek amacıyla 7,2 milyon dolara ABD’ye sattığı Alaska, Trump-Putin arasındaki son zir­venin de ev sahibi oldu. İki lider aynı arabayla toplantı yerine git­tiler; B2 uçaklarının gökyüzün­deki şovları eşliğinde oldukça yakın bir görüntü sergilediler. Uluslararası Ceza Mahkeme­si’nin savaş suçlusu ilan ettiği Putin’in, ABD topraklarında ve başkanlık araçlarıyla özgüvenli bir biçimde seyahat etmesi ulus­lararası hukuk kurumlarının ve normlarının çok da anlam ifade etmediğinin sembolik bir ispa­tıydı. Alaska Zirvesi’nden resmi anlamda somut bir sonuç çıkma­sa da özel olarak Ukrayna’ya yo­ğunlaşılan bir zirvede, kendileri­nin davet bile edilmemiş olması “aslında yoktular” felsefesinin hala geçerli olduğunu gösterdi.

Yaklaşık 2,5 saatlik zirvede konuşulan konuların ne olduğu tam olarak açıklanmasa da sa­dece Ukrayna ile sınırlı kalması beklenemez. Ciddi bir al-ver pa­zarlığı olduğu ve Suriye ile Gazze meseleleri gibi çatışmalı mikro meseleler kadar Çin’in genişle­yen etki alanının ve alınacak ön­lemlerin de gündeme gelmiş ol­ması muhtemeldir. Zirveler ge­nellikle liderlerin ellerinde iğne iplik ve makasla dünya haritası­nı kesip biçtikleri, onu öbürüne yamaladıkları bir stratejik ter­zilik ortamıdır. Bakalım bu sefer kabak kimin başına patlayacak?

Yazara Ait Diğer Yazılar