Trump ve çobanlar savaşı
Dünyayı eski gözlüklerle okumayı, eski kavramlarla anlamlandırmayı ve eski paradigmalarla analiz etmeyi bırakma zamanı. Ne ordular alışageldiğimiz cephelerde, ne savaşlar tanıdığımız silahlarda, ne de karar vericiler bildiğimiz haritalarda yer buluyor. Zygmunt Bauman’ın “Akışkan Modernite” adlı eserinde söylediği gibi “eski haritalar yeni topraklarda işe yaramıyor”. Devrimsel bir yapı çözümü evresindeyiz. Normlar, kurumlar, rejimler, aktörler yeniden tanımlanıyor.
Endüstri 4.0 denilen o yıkıcı uygarlık sıçraması zihnimizi, bedenimizi, mekanımızı farklı bir düzleme taşıyor. Bizi diğer canlılardan ayıran ve öne çıkaran birçok beceri ve yeteneğimizi ellerimizdeki mobil cihazlara devrettiğimizden olsa gerek, geleceğe dair soru sorma hevesimiz de artık pek fazla değil. Bizim yerimize düşünen, soran, cevaplayan başka zekalar var nasıl olsa. Küresel sürüye katıldık mı hayat bize güzel? Gelene hay hay, gidene bay bay! Ama ya sürünün çoban köpekleri kurtlarla iş tutmaya başladıysa? Ya çoban diye bildiğimiz kişi kasapsa? Ya köyümüz zannettiğimiz yer gerçekte serapsa?
ABD’nin çobanı kim?
Siyaset biliminde çoban metaforu Platon’dan bu yana kullanılagelmiştir. Bu kavramı pozitif anlamda kullananlar olsa da esasen halkı sürü, çobanı da lider olarak konumlandıran bir bakış açısı daha baskındır. Örneğin Foucault’a göre “modern iktidar, bireyleri yönetirken bir çoban gibi davranır”; halk çobanını kendi seçse bile, çoban nihayetinde çobandır ve sürünün nerede otlayacağını, mezbahaya hangi koyunun gönderileceğini belirleme yetkisi ondadır.
Günümüzün popülist liderlerinin ana özelliklerinden bir tanesi de karşısındaki kitleyi tıpkı bir sürü gibi yönetmek istemesidir. Onlar açısından elitler, sistemler, dış güçler sürüyü tehdit eden tehlikeli oluşumlardır ve zavallı halkı onlardan koruma görevi lidere verilmiştir. Nitekim son on yıllarda liberal demokrasilerin bireysel özgürlük söylemlerine karşı popülizmin yükselişi, dış tehdit ve risk algısının kemikleşmiş bir biçimde sürekli, kitleye empoze edilmesinin bir sonucudur.
Dünyanın lider ülkesi konumundaki ABD de kuşkusuz popülizmin tuzağına düşen ülkelerden birisi. Donald Trump, dünyadaki popülist liderler arasındaki en sembolik figür. İlk seçiminden bu yana kendisini “halkın sesi” olarak tanımladığı gibi, Amerikan elitlerine ve müesses nizamına karşı bir savaşçı olarak da konumlandırıyor. Derin devlete karşı pozisyon alıyor ve Washington bürokrasisi ile geleneksel medyayı bir bataklık olarak gördüğünü her fırsatta ifade ediyor.
Trump geleneksel çobanlardan değil. Arkasına aldığı teknolojik güçle birlikte ABD’nin bütün norm ve kurumlarını yalnızca eleştirmekle kalmıyor, onları yeniden yapılanmaya zorluyor. Alemin en popüler tekno oligarkları (Elon Musk, Peter Thiel, David Sacks vb.) ile kurduğu ittifak üzerinden sürüyü yeni bir forma büründürmek eğiliminde. Lakin bu ittifakta bir sorun var.
Zira tekno oligarklar Trump’ın sevdalısı falan değiller; dijital çoban olmayı kendilerinin daha fazla hak ettiklerini düşünüyorlar. Dijital ağların merasında otlayan sürünün bütün verisini topladıktan sonra onu biçimlendirerek yeniden sisteme pazarlıyorlar. Sahip oldukları veri gücünü küresel bir imparatorluk yaratmak amacıyla kullanıyorlar. Geleneksel siyasetin tüm mimarisini devirip yıkmak ve insanüstü oldukları düşüncesiyle teknolojik bir Leviathan oluşturma hevesleri var. Konu ne Elon Musk ne de Trump’ın savaşı; bu, dünyanın ve sürünün geleceğine dair bir mücadele.
Amerikan müesses nizamı devrede
Joe Biden, veda mektubunda tıpkı Eisenhower’ın Amerikan halkını “askeri endüstriyel komplekse” karşı uyardığı gibi, ABD’yi “tekno endüstriyel komplekse” karşı uyarmayı borç bilmişti. Biden, Trump ile teknoloji devlerinin ittifakının bütün siyasi mimariyi yerle bir edeceğini düşünüyor ve sahip oldukları gücün devasa boyutlara ulaştığını söylüyordu.
Trump, Amerikan eski nizamına (establishment) karşı popülist bir isyanın lideri olarak doğmuştu. Elon Musk ve diğerleri ile el ele, devleti bypass edebilen, devlet tekelindeki iletişim altyapısını, uzay hakimiyetini özel sektörde tekelleştirebilen yeni bir düzen kurmaları her şeyin sonu olabilirdi. Nitekim Biden'la aynı fikre sahip olanlar seçimden önce Trump’ı öldürerek bu gidişi durdurmaya çalıştılar ama başaramadılar.
Tüm bu mücadelede kanımca unutulan bir şey var. Trump düzen karşıtı bir anarşist gibi görünse de nihayetinde kurumsal siyaset yapan, Cumhuriyetçi partide yerleşik bir figür. Her cumhuriyetçi gibi onun da enerji, otomotiv, finans ve savunma sanayi gibi klasik endüstrilerle güçlü bağlantıları var. Büyüyen tekno oligarşiyi sadece işine yaradığı ölçüde destekleyebilecek, 80 yaşında narsist eğilimleri bilinen bir siyasetçi. Sisteme karşı olmak ile sistemi yıkmayı istemek arasında önemli bir mesafe var.
Trump’ın müttefikini değiştirme eğilimine girmesi, müesses nizamın devreye girdiğini gösteriyor. Eski çoban, sürüyü teslim etmek yerine savaşı büyütecek gibi.