Yapay zekâ ile dans

İnsanın müzik ve ritim ile kurduğu ilişki on binlerce yıl öncesine, prehistorik çağlara da­yanıyor. Toplu yaşamın ve iletişimin ilk aracı da konuşma dili değil; resimden ve yazıdan çok da­ha evvel ortaya çıkan beden dili, yani hareket.

Bedensel hareketin bireysel ifade alanından çıkıp, toplu ve ritmik bir eyleme dönüşmesi ve ardından büyü, müzik, ritim gibi renklendirici ayrıntılarla zenginleşmesi onu bütünleştirici bir grup ritüeli haline sokmuş. Evrenin ve ya­şamsal düzenin anlamlandıramadığı ve çöze­mediği sorunlarını üst otoriteye havale eder­ken, toplu yakarış ve totemik ibadetlere baş­vurduğunda da birlikte ritmik hareketler bu seremoninin bir parçası haline gelmiş. Doğdu­ğumuzda, evlendiğimizde, coştuğumuzda, sa­vaşa giderken ya da dönerken, ölürken, anılırken vs. kısaca sevinirken de yas tutarken de müzik ve ritimle senkronize yöntemler geliştirmişiz.

Yeni direnişimiz ve yeni dilimiz

Antik kültürlerden bu yana hayatımızın eş­likçisi olan dans da bunlardan biri ve bireysel bir ifade tarzı olarak düşünüldüğünde özgür­leştirici ve zincir kırıcı bir role sahip olabilir. Ancak toplu ve senkronize bir harekete dönüş­tüğünde tam aksine özgürlüğü ve yaratıcılığı kı­ran, bireyi kalıp bir kurgunun içerisine yerleşti­rerek zincire vuran bir içeriğe sahip. Bu nedenle toplu dansın bireyin bedensel boyun eğişinin estetikle kamufle edilmiş hali olduğunu söyle­mek yanlış olmaz.

İnsanoğlu, nice boyun eğişlerini estetize edilmiş formlarda kabullenir. Zygmund Bau­mann’ın ifadesiyle “iktidarın zorbalık yerine gülümseyerek gelişidir” bu kabullenişler. Di­reniş sandığımız şeyin estetize ederek yazı­lara, sanata, meydanlara dökülüşü de esasen siyasi otorite ve onu besleyen kapitalist en­düstriler tarafından kontrol edilirler. Mey­danlarda bize dikte edilen sloganı bağırırken de, protesto halayı çekerken de kafesteki kuş­lardan pek farkımız olmaz; kanatlarımız izin verildiği ölçüde açılır ve asla uçamayacağımız gerçeği unutulur.

Bu yüzden George Orwell’in “1984” kitabının bugünlerde dilimize pelesenk ettiğimiz bir refe­rans kaynağı haline gelmesi çok da yersiz değil. Diğer distopik yazarlar gibi o da geleceğin kod­larını yazarken merkezi otoritenin giderek güç­leneceğine ve bireyin giderek silikleşeceğine dair önemli konulara değinmiş. Kanımca en de­ğerli kavramlarından bir tanesi de “newspeak” olarak tanımladığı ve otoritenin Okyanusya’da konuşulmasına izin verdiği yeni dil.

Bu yeni dil, yalnızca konuşulan geleneksel kelimeleri azaltmayı değil aynı zamanda dü­şünceyi kısıtlamayı da hedefleyen bir tasarım. Örneğin, kötü kavramını kaldırarak her şeyi ‘iyi’, ‘az iyi’ ve ‘daha az iyi’ olarak kategorize etti­ğimizde kötünün anlamını da yok edebileceği­miz öngörülüyor. Tıpkı hayatımıza son dönem­de giren emojiler gibi.

Hangi duygularımızı ifade edebileceğimiz emojilerle belirlendiği ölçüde ara alandaki di­ğer duygularımıza yer kalmıyor. Griler ve geçiş tonları giderek silikleşiyor. Ya gülüyoruz ya ağ­lıyoruz. Farkına varamadan duygularımız, kav­ramlarımız, harflerimiz eksiliyor. Yapay zekâ algoritmalarının içerisinde bir yerlere yerle­şiyor ve onun ürettiği dili konuşup yazıyoruz. Önümüzü açtığını, yardımcı olduğunu düşün­düğümüz her anda, düşüncelerimiz yönleniyor, kısıtlanıyor ve aptallığımızla baş başa kalacağı­mız küçük dünyalarımıza hapsediliyoruz.

(Bu arada küçük bir not olarak belirtelim MIT’in son araştırmasına göre çok kısa bir sü­redir hayatımıza girmiş olan yapay zekâ sonrası düşünme, hatırlama ve sentezleme gibi beceri­lerimizde ciddi düşüş var. Yapay zekâ kullanan­larla kendi zekâlarını kullananlar arasındaki performans farkı da net olarak ortaya çıkmış ay­nı araştırmada.)

Dansın yeni kuralları

Yapay zekâ ile ilişkimiz tıpkı otorite ile olan tarihsel ilişkimiz gibi ritmik bir dansa benziyor. İlk başlarda hareketin ritmini halay başının be­lirlediği bu dans, giderek müziği kendi istediği ritme sokan hızlandırıp yavaşlatan, şarkıdan şarkıya geçen bir DJ’in kontrolünde şekilleni­yor. DJ ise artık bir yapay zekâ ve eski müzikleri yani geçmişi yeni miksler ve beatlerle değiştire­rek topluluğun anlık duygularını şekillendirip, onları bir sonraki melodiye hazırlayacak ritmi de kurgulayabiliyor. Tıpkı “newspeak” dilinin bazı kavramları unutturduğu gibi bazı melodi­leri ve hatta notaları unutturabiliyor.

Artık bireysel bir eylem olarak figürleri­ni uyguladığımız dans bile halaydan farksız. Ritme ve kalabalığa uyum sağlamak, önce­den belirlenen figürleri uyumlu bir biçimde tekrarlamak durumundayız. Aksi halde sis­tem dışı kalma, alay edilme, gruptan uzaklaş­tırılma riskimiz var. Dans artık her mecrada senkronize bir eylem.

Müslüm babanın şarkılarını artık efkarlan­mak için değil, lüks mekanlarda dans edip coş­mak için remiksleyen DJ’lerin dünyasında kim­seye şaşırtıcı gelmeyecektir bu yazı. Onlar uy­gun gördüğünde yas tutup, uygun bulduklarında eğlenelim coşalım dostlar…

Yazara Ait Diğer Yazılar