ABD ve Çin…

Geçen hafta Trump’ın ilan ettiği “Liberation Day” hakkında yaptığım yo­rumlarda, Trump’ın bu ka­rarı kendi oy aldığı seçme­nini istihdam güçlendirmek için yapmış olabileceğini, ay­nı zamanda bu tarife kozunu küresel ölçekte siyasi bir koz olarak kullanmak isteyebile­ceğini yazmıştım. Benim gi­bi birçok insan Trump ve eki­binin aldığı kararları rasyo­nel bir çerçeveye oturtmaya çalışmıştık. Yanılma olasılı­ğımız büyük zira Liberation Day sonrası benim sayabildi­ğim kadarıyla iki tane önemli revizyon yapıldı. Bunlardan biri de akıllı telefon, bilgisa­yar gibi elektronik aletlerle ilgili olandı. Dolayısıyla tari­fe değişikliği konusunda iyi bir hazırlık yapılmadığı ve bu hazırlıksızlık halinin kü­resel belirsizliği daha da şid­detlendireceği ortaya çıktı. Bu belirsizlik çağında her ül­kenin, her sektörün, her şir­ketin en çok ihtiyaç duydu­ğu şey öngörülebilirlik iken dünyanın en güçlü liderinin bizzat kendisi belirsizliğin temel kaynağı haline gelmiş durumda…

Üstelik Trump’ın istihdam artışı ve kendi orta gelir sını­fını güçlendirmek için hayata geçirdiği tarife değişiklikle­ri istenen etkiyi sağlamaya­bilir. Bu konuyla ilgili geçen hafta çok önemli bir çalışma yayımlandı. Hem de ABD’de, hem de çok önemli üç Türk akademisyen tarafından. Şebnem Kalemli Özcan, Can Soylu ve Muhammed Yıldı­rım “Global Networks: Mo­netary Policy and Trade” ma­kalesinde ABD’nin koyacağı yüksek tarifelerin, tetikleye­ceği misillemelerle beraber, bizzat ABD ekonomisinde yaratacağı olumsuz etkilere ve para politikasının bu sü­reçteki kilit rolüne değiniyor. Tüm senaryolarda tarife sa­vaşları ABD GSYH’sini olum­suz etkilerken istihdam artı­şı da sağlanamıyor. Makale­de ortaya konan senaryoların önemli bir kısmında enflas­yon arttığı gibi ABD Doları Trump yönetiminin öngör­düğünün aksine değer kaza­nıyor.

Tarife değişikliklerin­de gördüğümüz bu keyfili­ğe, ABD’nin büyümesindeki en önemli itici güçlerden bi­ri olan beyin göçünün tersine çevrilme ihtimalini de ekle­diğinizde ortaya çıkan duru­mu yakın tarihimizden bili­yoruz. Bir kez daha, bu sefer farklı bir coğrafyada, geniş yetkilerle donatılmış bir lide­rin bütün kararları aldığı bir yönetim sisteminin ne kadar olumsuz sonuçlar doğurabi­leceğini tecrübe ediyoruz.

Çin’in doğru analiz etmek…

Bu tarife günlerinde ilginç bir şey daha gözüme çarptı. Finans ve ekonomi alanında görüşüne başvurulan önem­li bir kesim, Cumhuriyetçi­lerin kongresindeymişçesi­ne Trump kararlarını alkış­layıp “şimdi Çin düşünsün” moduna girdiler. Önyargı­larının temel sebebini bile­mem ama iki eleştirim var. İlki, alınan kararların doğu­racağı sonuçların ve kararı alanların ruh halinin sadece Çin’i değil hepimizi düşün­dürmesi gerektiğidir. Seçim­lerden önce Trump’ın kazan­masının Türkiye’nin yara­rına olacağını söyleyenlere “ABD’nin ve dünyanın yara­rına olmayan birinin seçil­mesinin Türkiye’ye ne gibi faydası olabilir ki” demiştim. Hala da aynı görüşümü savu­nuyorum.

Çin’in uzun süredir “bata­cağını”, son tarife değişiklik­leriyle beraber “çökeceğini” söyleyenlere ikinci eleştirim de Çin’in son 75 yılda nasıl büyük bir iş başardığını ve halen de başarmakta olduğu­nu anlamamalarıdır. Sadece son yüzyılın değil bütün tari­hin en büyük büyüme ve kal­kınma mucizelerinden birini iki nesil feda ederek gerçek­leştirmiş bir ülkeden bahse­diyoruz.

Üstelik Çin’in bu başarı­sını sadece küreselleşme­ye bağlamak da doğru değil. Öyle olsaydı 1970’li yılların sonunda ücretlerin Çin’den daha düşük olduğu, toprağın daha ucuz olduğu pek çok ül­ke vardı. Tarihsel analiz tam da bu yüzden önemli: Çin’in mevcut büyüme ve kalkınma başarısını Mao döneminden başlayarak incelemek gere­kiyor. Çin Halk Cumhuriye­ti 1949 yılında kurulduğunda yaşam beklentisi 40’ın altın­da, okuryazar oranı da yüz­de 20 civarındaydı. Mao öl­düğünde ise yaşam beklen­tisi 67, okuryazarlık oranı da yüzde 65’ti. Bütün dünyada küreselleşme rüzgarları es­meye başladığında Çin sana­yisi ve beşeri sermayesi za­ten önemli bir aşama kaydet­mişti. Son 40 yılı da çok iyi değerlendirip birçok sektör­de dünya lideri oldular. Önü­müzdeki dönemin en stra­tejik alanlarından biri olan “nadir bulunan element” pi­yasasında yıllar içinde elde ettikleri hakimiyete, 1B1R projesine ya da Afrika stra­tejilerine baktığınızda Çin’in tarife değişikliğiyle etkilene­cek bir ülkeden çok daha faz­lası olduğunu görüyorsunuz. Son olarak, Çin Halk Banka­sı, dijital ödeme sisteminin ilk başta on altı ülkeye tama­men bağlanacağını duyurdu. ABD tarafından geliştirilen SWIFT sisteminde sınır öte­si ödemelerde günler süren gecikmeler yaşanabilirken, Çin’in dijital para köprüsü takas hızını 7 saniyeye sıkış­tırdı. Yani Çin sadece sanayi alanında değil, finansal tek­nolojilerde de önemli bir aşa­ma kaydetmiş durumda.

Bu konuda geçtiğimiz hafta Apple CEO’su Tim Cook’un Çin’in takım mühendisliği konusundaki yetkinliğini an­lattığı, Apple’ın Çin’i düşük işçilik maliyetleri nedeniyle değil, yüksek beceri yoğunlu­ğu ve gelişmiş üretim altyapı­sından dolayı seçtiğini belirt­tiği açıklamaları sıkça gün­deme geldi. Bu konuya biraz sınıf temelli yaklaşmak ge­rekiyor: Küreselleşme Çin’de ihracata dayalı üretim yapan güçlü bir orta sınıfı ortaya çıkarırken bunun faturasını ABD’deki sanayi kollarında alışan orta sınıf ödedi. Onlar da tepkisini Trump’ı seçerek gösterdi. Trump da izledi­ği ekonomi politikalarıyla bu sınıfı elinde tutmak istiyor.

Son olarak bütün bunlar Çin’in geleceği ile ilgili ne söylüyor? Immanuel Wal­lerstein’e göre Çin dünyanın en güçlü devleti haline gelse de bu yükseliş beraberinde hegemonya getirmeyebilir. Ben de 2019’da kaybettiğimiz bu büyük düşünürle aynı gö­rüşteyim.

Yazara Ait Diğer Yazılar