Algoritmalar, propaganda ve demokrasi erozyonu

Sosyal medyanın ilk yıl­larında teknolojiye dair beklentiler oldukça yüksekti. Twitter, Facebook ve YouTube gibi platformlar, Arap Baharı sırasında meydanları doldu­ran kitlelerin sesi olmuş pek çok toplumsal harekette yurt­taşların iletişimini kolaylaş­tırmıştı. Bu platformlar, oto­riter rejimlere karşı halkların sesini büyüten birer “özgür­lük aracı” olarak görülüyor­du. Aradan geçen yıllar içinde manzara biraz değişti.

İlk ön­ce otoriter rejimler bu iletişi­mi kısmanın yollarını keşfet­tiler ve uygulamaya başladılar. Ama aynı derecede olumsuz bir gelişme daha yaşandı. Ay­nı platformlar, dezenformas­yonun yayılmasına, kamuo­yunun manipüle edilmesine ve siyasi kutuplaşmanın kes­kinleşmesine hizmet etmeye başladı. Artık yapay zekâ ile güçlenen algoritmalar yalnız­ca içerik sunmakla kalmıyor; neye inanacağımızı, kimi des­tekleyeceğimizi ve hangi ger­çekliğe maruz kalacağımızı da belirliyor.

Yapay zeka ve otoriterleşme hakkındaki yazı dizimin bu ikinci bölümünde algoritma­ların demokrasi üzerindeki etkilerini, sosyal medya des­tekli propaganda mekanizma­larını ve yapay zekânın bu sü­reçteki rolünü inceleyeceğim.

Algoritmik kamu alanı: Yankı odaları ve filtre balonları

Algoritmaların temel işle­vi kullanıcıya ilgisini çekebi­lecek içerikleri göstermek ol­sa da bu işlev, zamanla (siya­si) kutuplaşmayı besleyen bir mekanizmaya dönüştü. Sosyal medya platformları artık in­sanları benzer görüşteki içe­riklerle buluşturuyor; bunun sonucu olarak da “yankı oda­ları” ve “filtre balonları” olu­şuyor.

İnsanlar sadece kendi dü­şüncelerini pe­kiştiren bilgilerle karşılaşıyor, fark­lı görüşlerle temas etme ihtimalleri azalıyor. Bu orta­mın politik sonuç­ları ise açık: Ortak kamusal tartışma zemini zayıflıyor. ABD’de Donald Trump döne­minde Facebook ve Twitter algoritmalarının, aşırıcı söy­lemleri daha görünür kılarak radikalleşmeyi teşvik ettiği gözlendi. Cass Sunstein’in Re­public: Divided Democracy in the Age of Social Media kita­bında uyardığı gibi, kamusal alan parçalanıyor ve demokra­tik diyalog erozyona uğruyor.

Dezenformasyon ve yapay zekâ destekli propaganda

Algoritmik işleyiş, dezen­formasyonun etkisini daha da artırıyor. Bot ağları, troll fab­rikaları ve sahte hesaplar ara­cılığıyla yanlış bilgi hızla yayı­lıyor. Bugün yapay zekâ, uzun zamandır çözüm aranmayan bu tehlikeli ve karmaşık süre­ci çok daha tehlikeli hale ge­tirdi. Artık deepfake teknolo­jileriyle sahte videolar üret­mek çok kolay. Bir siyasetçinin hiç söylemediği sözleri söyle­miş gibi gösteren videolar, ger­çek ile sahte arasındaki çizgi­yi silikleştiriyor. Bu durumun önümüzdeki dönemde inan­mak istediğini gören ve dijital okuryazarlığı zayıf bir seçmen kitlesinde nasıl bir etki yarata­cağını tahmin etmek zor değil.

Cambridge Analytica skan­dalı bu eğilimin erken bir gös­tergesiydi. Milyonlarca kulla­nıcının verisi rızaları dışında toplandı ve kişiye özel siya­si reklamlarla seçmenler ma­nipüle edildi. Günümüzde de otoriter rejimler ve liderler bu teknolojileri çok daha organize biçimde kullanıyor. Çin, Rusya ve bazı Orta Doğu ülkelerinde devlet destekli dezenformas­yon kampanyaları, “computa­tional propaganda” olarak ad­landırılan bu durumun tipik örnekleri. Bu kampanyalarda yanlış bilgi yalnızca siviller ta­rafından değil, doğrudan dev­let eliyle yayılıyor.

Demokratik süreçlere etkiler: Seçimler ve kamuoyu

Yukarıda da belirttiğim gibi algoritmaların en büyük etkisi, seçim süreçlerinde görülüyor. Seçmenlerin tercihlerinin ve­ri analitiği yoluyla öngörülme­si, siyasetin doğasını değiştir­di. Bugün siyasi partiler veya adaylar, genel vaatlerle değil, kişiye özel mesajlarla seçmeni ikna etmeye çalışıyor. Bu yön­tem “mikro-hedefleme” (mic­rotargeting) olarak biliniyor. ABD ve İngiltere seçimlerinde, farklı seçmen gruplarına bir­birinden tamamen farklı rek­lamların gösterildiği biliniyor. Kimi yerlerde göçmen karşıtı içerikler öne çıkarılırken, baş­ka yerlerde ekonomik vaatler ön plana çıktı. Bu durum, de­mokrasinin eşitlik ilkesini ve şeffaflığı zedeleyen bir geliş­me. Üstelik açık toplumlar, bu tür manipülasyonlara daha sa­vunmasız hale geliyor çünkü dezenformasyona karşı güç­lü önleyici mekanizmalardan yoksunlar.

İşte bütün bu özetlemeye çalıştığım propaganda ve diji­tal yönlendirmeler de, bu ya­zı dizisinin birinci bölümünde bahsettiğim FAMGA (Facebo­ok, Amazon, Microsoft, Google ve Apple tarafından yapılıyor. Buna tabii Elon Musk’ı da ekle­mek elzem. Bu şirketler bugün sadece ekonomik değil, kamu­sal tartışmanın görünmez dü­zenleyicileri haline geldikleri için siyasi güç de kullanıyorlar. Bu şirketlerin algoritmaları hangi haberin milyonlara ula­şacağını, hangisinin görünmez kalacağını belirliyor. Böylece ekonomik tekeller, bilgi tekel­lerine; bilgi tekelleri de siyasi tekellere dönüşüyor.

İşin bir başka korkutucu ya­nı da şu: Kâr amacıyla tasar­lanan algoritmalar, kullanıcı­ların dikkatini en çok çeken içerikleri öne çıkarıyor. Ve araştırmalar gösteriyor ki bu içerikler çoğunlukla öfke ve korku uyandıran içerikler olu­yor. Dolayısıyla siyasi kutup­laşma, bu şirketlerin işine ge­liyor.

Sonuç: Algoritmaların gölgesinde demokrasi

Bugün geldiğimiz noktada, yapay zekâ ve algoritmalar de­mokrasinin en zayıf karnına dönüşmüş durumda. Bilgi akı­şını kontrol eden, kamuoyunu manipüle eden ve kutuplaş­mayı artıran bir sistem, hem otoriter rejimlerin hem de de­mokratik toplumların ortak sorunu haline geldi.

Otoriter rejimler bu tek­nolojileri kitlesel gözetim ve baskı için kullanıyor. Demok­rasilerde ise seçim süreçleri manipülasyona açık hale geli­yor. İki durumda da sonuç ay­nı: kamusal alanın zayıflama­sı ve vatandaşların iradesinin yönlendirilmesi.

Çözüm için üç temel alan öne çıkıyor:

Algoritmik şeffaflık: Plat­formların hangi içerikleri öne çıkardığını açıklaması ve bu­nun ilgili kurumlarca sıkı bir denetimden geçmesi

Uluslararası regülasyon: Deepfake ve dezenformas­yonla mücadele için uluslara­rası platformda alınmış ortak standartlar.

Dijital okuryazarlık: Yurt­taşların maruz kaldıkları içe­riğin ardındaki algoritmik mantığı anlayacak bir bilgiye ve bilince sahip olmaları.

Son olarak şunu da unut­mamak gerekir: yapay zekâ demokratik karar alıcıları da yanıltabiliyor. Çünkü algorit­maların yönlendirdiği bilgi akışı, karar vericilerin gerçek­liği algılama biçimini değiş­tiriyor. Kamuoyu eğilimleri, kriz senaryoları ya da ekono­mik göstergeler artık yalnızca verilerle değil, veriyi işleyen sistemlerin öncelikleriyle de şekilleniyor. Böyle bir ortam­da, demokratik siyaset “hal­kın iradesine dayalı karar al­ma” idealinden uzaklaşıp, veri tarafından yönlendirilen ref­lekslere dönüşme riski taşı­yor. Dolayısıyla mesele artık yalnızca yanlış bilgiyle müca­dele değil; teknolojinin poli­tika üzerindeki sistematik et­kilerini anlamak ve yönetme­yi de kapsıyor. Çünkü bu yeni çağda bilgi, yalnızca kimin elinde olduğuyla değil, hangi algoritmalar tarafından işlen­diğiyle anlam kazanıyor.

Üzülerek görüyoruz ki 21. yüzyılın demokrasisi, sade­ce miting alanlarında ya da sandıkta değil, ekranlarımız­da inşa ediliyor. Eğer bu alanı şeffaflık, hesap verebilirlik ve yurttaş bilinciyle savunmaz­sak; kararlarımızı halk değil, görünmez kodlar verecek. O zaman da özgürlük, bir anaya­sa maddesi olmaktan çıkıp bir veri ayarına dönüşecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar