Insider ekonomisi
Bugünün dünyasında gelir eşitsizliğini derinleştiren unsurlardan biri de bilgiye içeriden sahip olmanın yarattığı rant. Finansal derinleşmenin bütün toplumun yararına olacağını düşünürken bu oluşan bilgi asimetrisi işleri daha da kötüleştiriyor. Daha tehlikelisi ise, bu tablonun artık kendi kendini besleyen bir döngü haline gelmesi. Artan gelir eşitsizliği ve geçim sıkıntısı, insanları daha fazla risk almaya itiyor. Bir gecede zengin olmanın mümkün olduğunu görüp buna inanan binlerce insan, kaynağı belirsiz sosyal medya hesaplarını ve telegram sayfalarını referans alarak umutla girdikleri piyasalarda tasarruflarını kaybediyor. Büyük ve imtiyazlı sermaye kazanıyor, gelir uçurumu biraz daha derinleşiyor.
İçeriden bilginin sızdırıldığı, regülasyonların zayıf, yaptırımların etkisiz ve finansal okuryazarlığın düşük olduğu bir sistemde bu döngü kırılmak bir yana dursun her krizle beraber daha da güçleniyor. Gelir eşitsizliği yeni riskleri, yeni riskler de daha fazla eşitsizliği doğuruyor. Bu durum artık iktisadi olduğu kadar ahlaki bir problem haline gelmiş durumda. Son haftalarda yaşadığımız iki olay, bu ölümcül döngünün sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın ortak hikayesi haline geldiğini bir kez daha gösterdi.
TMSF kararını önceden bilen falcı (BofAlcı)
Türkiye’de çok yakın bir zamanda TMSF’ye devredilen bir holdingin enerji şirketi, daha TMSF kararı çıkmadan spekülatif haberlerle gündeme geldi. Sosyal medyada ve çeşitli forumlarda dolaşan paylaşımlarla hisse senedi birkaç gün içinde hızla yükseldi. Tesadüfe bakın, şirketin TMSF’ye devredilme kararından biraz önce Bank of America üzerinden talimat veren biri değerlenen şirket hisselerini sattı. Sonra haber duyuldu ve bir hafta boyunca yapay biçimde şişirilen fiyatlar bir anda çöktü. Sonuçta olan küçük yatırımcıya oldu.
Bu olayı yalnızca bir piyasa manipülasyonu olarak değil, gelir eşitsizliğinin bireyleri nasıl savunmasız hale getirdiğinin de bir göstergesi olarak okumak gerekir. Çünkü geçim sıkıntısı çeken, maaşı yetmeyen, tasarrufu sınırlı olan insanlar artık “çalışarak” değil, “tüyo alarak” kazanabileceğini düşünüyor. Herkes korunmasız bir şekilde hisse senedi, kripto ya da emlak piyasasında kendi çıkış yolunu arıyor. Ve o arayışta, içeriden bilgiye sahip olanla olmayan, karar vericilere yakın olanla olmayan arasında bir servet transferi yaşanıyor.
Burada küçük yatırımcının suçu yok mu? Elbette var! Finansal okuryazarlığa inanmayıp, makulün değil azaminin peşinde koşunca her defasında aynı hatayı tekrarlıyor: Bilgiye, sermayeye ve kritik makamlardaki kişilere sahip olmadan kazanabileceğini sanıyor.
Oyunun çoktan kurulmuş olduğunu unutuyor. Haberi erken alan, manipülasyonu yayan ve pozisyon alan aktörler kazançlarını realize ederken doğru tüyoyu aldığını sanan küçük yatırımcı kaybediyor. Ve her yeni kayıp bir yandan sisteme olan güveni azaltırken diğer yandan da yeni manipülasyonların zeminini hazırlıyor. Yani sadece küçük yatırımcı değil sistemin güvenilirliği ve toplumun ahlaki yapısı da aşınıyor.
Kripto piyasasının 11 Eylül’ü
11 Ekim günü, kripto varlık piyasası tarihe geçecek bir çöküş yaşadı. Bitcoin, Ethereum gibi varlık piyasalarında dakikalar içinde öyle bir dalgalanma yaşandı ki kaldıraçlı işlem yapan piyasa oyuncularının servetleri eridi. Bu düşüşü tetikleyen faktör olarak Trump’ın Çin’e yeniden gümrük tarifeleri koyacağı haberi gösterildi. Ama bu bilgi kamuoyuna açıklanmadan önce, birileri dünyanın en likit ve en “özgür” piyasası olarak sunulan kripto evreninde habere göre pozisyon almıştı bile.
Kaldıraçlı işlem yapan yüz binlerce küçük yatırımcı, ekran başında saniyeler içinde hiçbir aksiyon alamadan tasfiye olurken haberi alanlar servetlerini katladı. Finans siteminin klasik yolsuzluklarını ve bağımlılığını geride bırakma iddiasıyla doğan kripto varlık piyasasında bir servet transferi yaşandı. Tek farkı, burada servet transferinin daha hızlı ve acımasız gerçekleşmesi oldu.
Artık şunu çok iyi biliyoruz ki dünyanın dört bir yanında siyasetçiler, bankalar, büyük fon yöneticileri ve özel istihbarat bağlantılı yatırım grupları, piyasalara yön verebilecek bilgilere anında erişebiliyor. O bilgiye erişemeyenler ise günün sonunda kaybediyor. Bir tarafta karar alıcıların yapacakları açıklamalara önceden ulaşabilen oyuncular var; diğer tarafta maaşından artırdığı birkaç bin lira ile “fırsatı yakalamaya” çalışan milyonlar.
Bu nedenle, “küçük yatırımcı neden kaybediyor?” sorusunun yanıtı sadece teknik değil, aynı zamanda siyasal da. Çünkü içeriden bilgi sızdıran, kararları önceden bilen, regülasyonları kendi çıkarına göre şekillendiren bir sistemin kaybetmesi gerekeni belli. Ve bu kaybeden hem küçük yatırımcı hem de sistemin meşruiyeti. Bir ülkenin ya da dünyanın finansal mimarisi, bilgiye erişimin adaleti üzerine kurulmadıkça, her kriz sadece bir fiyat düzeltmesi değil, bir adalet testi haline geliyor.
Adil olmayan düzen adil kazanç üretemez
Bu iki örnek aynı hikâyeyi anlatıyor: Küçük yatırımcıya “serbest piyasa” diye sunulan şey, aslında önceden bilgi alanların özel kulübü haline gelmiş durumda. Ve bu kulüp küçük yatırımcıların kaybı üzerine biraz daha fazla servet inşa ediyor.
Bu sistem, tıpkı bir döngü gibi kendi yakıtını üretiyor: Gelir eşitsizliği arttıkça insanlar daha fazla risk alıyor; daha fazla risk aldıkça içeriden bilgiye sahip olanlar daha fazla kazanıyor; onlar kazandıkça sistem daha çekici hale geliyor ve yeni küçük yatırımcılar oyuna giriyor. Her turda kaybeden değişiyor, ama kazananlar hep aynı. İktisat tarihinden biliyoruz ki ekonomik krizler ve ahlaki çöküntü birbirini besleyen süreçler. Tam da bütçe görüşmelerinin başlayacağı bu dönemde gerçek reform, sadece faiz ya da kur politikasıyla değil; kazancın nasıl, kimin için ve hangi bilgiyle elde edildiğini yeniden tanımlayacak adil bir iktisadi anlayışın tartışılmasıyla başlar.