Sessiz burjuvazinin uyanışı

Her ayın başında çalışan­lara brüt maaşları yatı­rılsın ama çalışanlar ödedik­leri gelir vergisine ve sosyal güvenlik primine dokunama­sınlar. Sadece ne kadar vergi ve sosyal güvenlik primi öde­diklerini ATM ekranından gö­rebilsinler. Ayrıca, her harca­mamız sonucunda aldığımız fişin üzerinde hangi vergi ka­lemine ne kadar ödediğimiz de yazsın. Böylece vatandaşlarda bir vergi bilinci, farkındalığı oluşsun.”

2023 seçimleri öncesinde bu mad­denin parti programına yazılmasını teklif etmiştim ama -büyük ihtimal­le- gelecekte toplumsal bir infiale se­bep olmasın diye teklifim kabul gör­memişti!

Peki sizce Türkiye’de ödediği ver­ginin karşılığında alması gereken ka­mu hizmetini talep etmeyen, hatta çoğu zaman ödediği verginin farkın­da bile olmayan kesim kimdir? Be­nim cevabım eğitimli, beyaz yakalı, üst orta gelir grubuna ait olanlar, ya­ni küçük burjuvalardır.

Marksist literatürde küçük bur­juvazi, üretim araçlarına tam sahip olmayan ama emeğini de işçi sını­fı gibi doğrudan sunmayan ara sını­fı anlatır. Bugünün Türkiye’sinde bu kavram, beyaz yakalı üst orta sınıfla­rı da kapsayacak şekilde genişletile­bilir: Kamunun sunduğu ve ödediği­miz vergiler karşılığında bedava ve kaliteli olması gereken eğitim, sağ­lık gibi hizmetleri özel sektörden al­mayı tercih eden, mahalle yerine gü­venlikli sitelerde yaşayan, toplumun ekseriyetiyle dolayısıyla da sorunla­rıyla bağını koparan bir sınıftan bah­sediyoruz.

Gramsci’nin pasif devrimi

Antonio Gramsci’nin ifadesiyle, bu tür kesimler çoğu zaman bir ‘pasif devrim’ yaşar: Toplumsal dönüşüm­lerde edilgenleşir, toplumsal muha­lefette başrol oynaması gerekirken siyasetten uzak kalır. Türkiye’de de uzun süre böyle oldu. Bugün ise yük­sek enflasyon, gelir erimesiyle ve üzerlerindeki vergi yükünün daha da artmasıyla beraber bu edilgenliğin bozulmaya başlayabileceğini düşü­nüyorum.

Şimdi biraz geçmişe gidelim. Yu­karıda bahsettiğim küçük burjuvazi ekonominin biraz da hormonlu bü­yüdüğü dönemde ödediği verginin karşılığını hiç sorgulamadı. Çocu­ğunu devlet okuluna göndermeyi hiç düşünmedi, sağlık sisteminden üc­retsiz yararlanmayı aklına getirme­di. Bunun yerine özel okullar, özel sağlık sigortaları, güvenlikli siteler aracılığıyla sorunlarını kendi başına çözmeyi seçti. Yani bir bakıma, vergi­sini devlete, hizmetini piyasaya öde­di.

Burada kısır bir döngü de oluştu: eğitimli, üst orta gelirli sınıf kalite­li kamu hizmetleri talep etmediği, ödediği vergisinin peşine düşmedi­ği için toplumsal muhalefet hep ek­sik kaldı ve zaman içinde kamu hiz­metleri daha da kötüleşti. Kötüleşen kamu hizmetleri de orta ve üst/orta gelirli ailelerin özel sağlık sigortala­rına daha fazla yönlenmesini, siteleri tercih etmesini, çocuklarını özel eği­tim kurumlarına göndermesini hız­landırdı. Mesela bugün eğitimde gel­diğimiz durumu şöyle özetleyelim: Türkiye’de özel okullar artık ailelere iyi bir eğitim vaat etmek yerine gide­rek kötüleşen bir devlet eğitiminden kaçmanın pahalı bir biletini satıyor.

Yukarıda belirttiğim çarpık tablo­nun artık sürdürülemez olduğu bir noktaya geliyoruz. Türkiye’de çok ciddi ve yapısal özellikler taşıyan bir ücret problemi var. Üstelik enflasyon yakın gelecekte daha makul seviyele­re gelse bile ücretlerdeki artışın özel eğitim ve sağlık hizmetlerindeki ar­tışın gerisinde kalacağı da açık. Do­layısıyla hem ekonomik hem de top­lumsal hayatta daha da sıkışan, boğu­lan bir sınıfla karşı karşıya kalacağız.

Olmasaydı sonumuz böyle…

Sonumuz böyle olmayabilir miydi? Üst/orta gelirli sınıf toplumsal mu­halefetin omurgası olabilir miydi? Olamamasının birçok nedeni var. En başta, bu sınıf küreselleşme süreci­nin kazananlarından biri oldu. Sonuç olarak da küçük burjuvazi dediğimiz sınıf toplumun temel problemlerine yabancılaşıp kendi dünyasına çekil­di. Çocuklarını özel okullara, kendi­lerini özel hastanelere, ailelerini gü­venlikli sitelere taşıyınca, mahalle kültüründen uzaklaşıp sokakla bağ­larını koparınca siyasetle olan ilişki­lerini de seçim gününe indirgediler.

Fakat bugün, yukarıda bahsettiğim ayrıcalıklı hayat sürdürülemez hale geldi. Artık çocuğunu devlet okuluna göndermek zorunda kalacak olan be­yaz yaka belki de devlet okullarında­ki eğitimin niteliğini sorgulayacak ve verdiği vergiler karşılığında çocuğu­nun daha iyi bir eğitim almasını da­ha yüksek bir sesle ve ısrarla talep edecek.

Çünkü artık kötü eğitim sis­teminden sadece evine temizliğe ge­len kadının çocuğu için değil kendi çocuğu için de endişe duyacak. Hat­ta belki de artık evini kendi temizle­yecek ve beden işinin ne kadar zor ol­duğunu tecrübe edecek. Özel sağlık sigortasını ödeyemediği için devlet hastanelerine gidecek olan beyaz ya­ka randevu sisteminin ne kadar zor, hastanelerin ne kadar uzak olduğu­nu deneyimleyecek. Güvenlikli site­ler yerine mahallede oturmaya baş­layan küçük burjuvazi 330 bin polis ve 30 bin bekçi ile sokakların nasıl daha da güvenilmez hale geldiğine is­yan edecek.

Proleterleşen orta sınıf

Benim acı ve olumlu bulduğum bu dönüşümü ‹orta sınıfın proleterleş­mesi› olarak tanımlamak mümkün. Guy Standing’in prekarya kavramı bize şunu hatırlatıyor: Eğitimli ol­mak, beyaz yakalı olmak, ayrıcalıklı görünmek sizi, hele de böyle bir or­tamda, güvencesizlikten korumuyor. Türkiye’de beyaz yakalıların bugün içine düştüğü durum tam da bu…

Barrington Moore ise ‘Diktatörlü­ğün ve Demokrasinin Sosyal Köken­leri’nde orta sınıfın tarihsel rolünü vurguluyor ve akılda en çok kalan “no bourgeois, no democracy” teziyle orta sınıfın ya otoriter rejimlerin da­yanağı ya da demokratik dönüşümün öncüsü olduğunu belirtiyor. Türki­ye’de beyaz yakalı orta sınıf, uzun sü­re sessiz kalarak aslında ilkini tercih etti: Siyasetten uzak durup konforu­na odaklandı.

Gramsci’nin kavram­sallaştırdığı pasif devrim tam da bu noktada anlam buldu. Uzun yıllar toplumsal dönüşümlerin dışında ka­lan, edilgen bir hayat süren bu sınıf, şimdi mecburen siyasallaşacağı, ka­musal taleplerini dile getirmeye baş­layacağı bir döneme giriyor. Bu du­rum sadece Türkiye’nin daha iyi bir kamu hizmeti sunmasıyla sınırlı kal­mayıp toplumun demokratikleşmesi açısından da kritik bir dönüşüm ola­bilir.

Evet, bu ekonomik kriz topluma ağır maliyetler yüklüyor. Ama belki de bu dönemin tek olumlu yanı, be­yaz yakalı orta/üst sınıfın halkla ve toplumsal sorunlarla yeniden buluş­ma ihtimalidir. Yıllarca ayrıcalık­lı adacıklarda yaşayan, mahalle kül­türünden kopan, toplumsal sorun­lara kayıtsız kalan bu sınıf, bugün toplumun sorunlarına daha duyarlı olup yeni bir toplumsal bilincin ka­pısını aralayabilir.

Bunun izlerini de son dönemde görüyoruz sanki. Zaten başka bir alternatif de yok gibi. So­nuçta bu kesim ya daha da edilgenle­şip küçülmüş hayatına razı olacak ve ülkeden gitmenin planlarını sıklaştı­racak ya da vergisinin hesabını sora­rak, kaliteli kamu hizmetlerini talep ederek, halkın geri kalanıyla birle­şerek yeni bir toplumsal muhalefe­tin öncüsü olacak. Belki de bu zorlu dönemin en büyük yararı bu sessiz burjuvayı uyandırma ihtimalidir. Ne dersiniz?

Yazara Ait Diğer Yazılar