Yeni Sanayi Devrimi: Enerji, maden, veri, insan
Dünya yeni bir sanayi devriminden geçiyor. Yapay zekâdan batarya teknolojilerine, yeşil çelikten yarı iletkenlere uzanan bu dönüşüm, yalnızca teknoloji başlığı altında ele alınacak bir mesele değil. Bu aynı zamanda enerji, maden, veri ve insan kaynağı meselesi. Türkiye eğer bu devrimi kaçırmak istemiyorsa, ucuz emek modelini geride bırakıp sürdürülebilir enerji, işlenmiş maden, yüksek beceri ve güvenli veri dörtgenini merkezine alan bir strateji geliştirmek zorunda.
Enerji: Ucuz, güvenilir ve temiz olmadan olmaz
Daha önce de yazmıştım: Bugün Amerika’da yalnızca yapay zekâ veri merkezleri için öngörülen ek enerji talebi 90 gigawatt. Bu rakamın büyüklüğünü kavramak için Türkiye ile kıyaslamak yeterli: ülkemizin kurulu gücü yaklaşık 120 GW, yıllık en yüksek elektrik talebimiz ise 50–55 GW. Yani ABD’de sadece veri merkezleri için ortaya çıkacak ek enerji ihtiyacı, Türkiye’nin tüm puant yükünün neredeyse iki katına denk geliyor. Bu örnek bile, yeni sanayi devriminin enerji iştahının nasıl devasa boyutlara ulaştığını göstermeye yetiyor.
Türkiye sanayisi uzun süredir yüksek enerji maliyetleriyle boğuşuyor. Oysa yeni sanayi devriminde yatırım çekebilmenin ilk koşulu, ucuz ve güvenilir enerji sağlamak. Artık yatırımcı için yalnızca arazi ve işgücü maliyeti değil, 10 yıllık enerji tarifesi, internet ve lojistik altyapısı belirleyici oluyor. Biz hâlâ kesintiler ve öngörülmez tarifelerle uğraşıyorsak bu yarışta baştan elenmiş sayılırız.
Peki bu alanda ne yapmalıyız?
Birincisi, yenilenebilir enerji kaynaklarında sıçrama yapmak zorundayız. Ama bu sadece güneş paneli veya rüzgâr türbini kurmakla olmaz. Yanına mutlaka batarya depolama teknolojileri ve talep tarafı esnekliğini koymamız gerekiyor. Çünkü üretilen temiz enerjiyi verimli şekilde saklayamazsak ve tüketim alışkanlıklarını dengeleyemezsek, kurduğumuz kapasite kâğıt üzerinde kalır. Özellikle talep yönetimi ve optimizasyonu gibi alanlarda yapay zekâ çözümlerinden yararlanabiliriz.
İkincisi, köprü teknolojilerini değerlendirmeliyiz. Doğalgaz ve nükleer, özellikle de küçük modüler reaktörler (SMR), üzerlerinde haklı soru işaretleri olsa da geçiş sürecinde sisteme güvenlik sağlayacak potansiyele sahip. Bu yüzden ülkemizin enerji arz güvenliğini riske atmayacak, dikkatli ve gerçekçi bir planlama şart.
Üçüncüsü, şebeke modernizasyonu meselesi. Bugün Türkiye’nin enerji şebekesi, geleceğin ihtiyaçlarını taşımakta zorlanıyor. Şebeke modernizasyonunu ertelenebilir bir yatırım alanı olarak görmek büyük hata olur. Bu yalnızca teknik bir mesele değil; yeni sanayi yatırımlarından evlerimize kadar ekonominin bütün damarlarını besleyecek bir altyapı sorunudur.
Son olarak sanayiciyi rahatlatacak düzenlemelere ihtiyaç var. Sanayi bölgeleri için özel rekabetçi tarife mekanizmaları geliştirmek ya da TEİAŞ’ın sanayiye özel bağlantı kapasitesi takvimi ilan etmesi, yatırımcıların önündeki belirsizliği azaltacaktır.
Maden: Çıkarmak değil, işlemek
Enerji kadar stratejik bir diğer başlık maden. Geçen hafta Erdoğan–Trump görüşmesinde de gördüğümüz gibi dünya, kritik mineraller konusunda yeni bir jeopolitik rekabete girdi. Çin’in nadir toprak elementlerindeki hâkimiyeti, ABD ve Avrupa’nın en büyük stratejik açığı olarak değerlendiriliyor.
Peki Türkiye bu tabloda nerede?
Aslında elimizde bor, nikel, alüminyum, grafit ve nadir toprak elementleri gibi güçlü kozlar var. Sorun şu ki, biz bu madenleri çoğu zaman ham olarak ihraç ediyoruz. Oysa asıl katma değer işlenmiş ürünlerde: batarya bileşenlerinde, yüksek mıknatıs teknolojilerinde, ileri seramik ve cam sanayinde. Eğer bu zinciri kuramazsak, başkalarının sanayi devrimini besleyen hammadde tedarikçisi olmaktan öteye geçemeyiz.
Türkiye bu çerçevede mutlaka Kritik Mineraller Yol Haritası oluşturmalıdır. Bu yol haritasında mineralleri işleme kapasitesinin nasıl artırılacağı, hangi bölgesel kümelerde hangi ara ürünlerin üretileceği ve hangi sektörlere öncelikli tedarik garantisi verileceği net olarak tanımlanmalıdır. Örneğin, Bandırma’da bor ve nadir toprak işleme tesisleri, Manisa–Gördes’te nikel-kobalt ara ürünleri, Kütahya–Eskişehir hattında ise seramik ve ileri cam kümeleri… Bu bölgesel odaklar, hem kritik mineraller stratejisinin temel taşları hem de yeni bir bölgesel kalkınma planının omurgası olabilir.
Tabii çevresel standartlar ve şeffaf izin süreçleri olmadan bu hedefler toplumsal tepkiyle karşılaşır. Bu nedenle tek pencereden ve en fazla 180 gün içinde sonuçlanan izin mekanizmaları, çevresel rehabilitasyon fonları ve kamu, yerel yönetim ve STK’ların birlikte yer aldığı bağımsız izleme modelleri devreye alınmalıdır.
İnsan kaynağı: Yeni sanayi için yeni beceriler
Enerji ve maden olmadan üretim olmaz; ama insan kaynağı olmadan hiç olmaz. Bugün Türkiye’de sanayi işgücü hâlâ 20. yüzyıl müfredatıyla yetişiyor. Oysa yeni sanayi devrimi elektrik-elektronikten veri analitiğine, bakım mühendisliğinden robotik kaynakçılığa kadar yepyeni beceriler talep ediyor.
Türkiye’nin yapması gereken, OSB’ler içinde Teknoloji Ustalık Okulları açarak gençleri sanayinin ihtiyaçlarına göre yetiştirmektir. Çocuk ve genç emeğini sömürmeden, haftanın üç günü işletmede, iki günü okulda geçirilen hibrit bir model ile eğitim ve üretim birleştirilebilir. Ayrıca mikro sertifikalarla hem mavi yakalıların hem de beyaz yakalıların becerileri güncellenebilir.
Tersine beyin göçü
Türkiye’nin en acı gerçeklerinden biri, nitelikli gençlerin yurtdışına gitmesi. Yapay zekâ, yarı iletken, biyoteknoloji gibi alanlarda yetişmiş mühendislerimizi kaybetmeye devam edersek, enerji ve maden politikaları tek başına bir işe yaramaz. Elbette yurtdışında çalışan mühendislerimizi geri çağırmak için cazip adımlar da gerekiyor. Vergi avantajı, aile desteği, hisse opsiyonu reformu ya da şartlı burs programları bunlardan sadece birkaçı. Ama asıl mesele başka: Gençlerin gitme nedeni maaştan çok daha derin. Gelecek kaygısı, hukukun üstünlüğü ve liyakatin olmadığı bir düzen, hiçbir teşvikle tamir edilemez. O nedenle tersine beyin göçü, önce içeride güven inşa etmekle başlar.
Yapay zekâ güvenliği ve veri politikası
Yeni sanayi devriminin yalnızca enerji ve maden değil, aynı zamanda veri politikası olduğunu görmek gerekiyor. Ülke ölçeğinde veri politikası geliştirmeden; veri egemenliğini, mahremiyetini, güvenliği ve ekonomik kullanımını bir bütün olarak ele almadan bu yarışta kalıcı olmak mümkün değil.
Sonuç
Türkiye’nin önünde ertelenemez bir ödev var: enerji ve maden politikalarını, beceri ve veri politikalarıyla birlikte düşünmek. Eğer yapay zekâ çağında rekabetçi olmak istiyorsak, daha fazla enerji üretmek, bu dönemin gerektirdiği becerileri işgücüne kazandırmak ve veriyi stratejik bir unsur olarak yönetmek zorundayız.
Ama hepsi bu kadar değil. Gençlerin gitmediği, tersine döndüğü bir ülke olmayı da başarmalıyız. Çünkü insan kaynağını kaybettiğiniz bir yerde enerji de maden de veri de tek başına anlamını yitirir.
Eğer bu adımları cesaretle atabilirsek, yeni sanayi devriminde yalnızca izleyici değil, aktör olabiliriz. Aksi takdirde bir kez daha başkalarının teknolojisini satın alan, ucuz emekle rekabet etmeye çalışan bir ülke olmaya mahkûm oluruz.
Bu kez böyle bir lüksümüz yok. Çünkü bu devrim, önceki hiçbirine benzemiyor: Daha hızlı, daha kapsayıcı ve çok daha acımasız.