Yapay zekâ yarışı, enerji krizi ve küresel rekabet

ABD Temsilciler Meclisi Enerji ve Ticaret Komitesi geç­tiğimiz günlerde ol­dukça kritik bir otu­rum düzenledi. Konu başlıkları birbirinden farklı gibi görünse de aslında aynı yerde ke­sişiyor: yapay zekâ, enerji talebi ve küre­sel rekabet. Teknolo­ji, enerji politikası ve yarı ilet­ken üretimin konusunda uz­manların katıldığı bu oturum, sadece ABD için değil, tüm dünya için önemli derslerle doluydu.

ABD-Çin yapay zekâ rekabeti

Eğer dört buçuk saatlik bu oturumu izlemek için yeterli vaktiniz yoksa sadece eski Go­ogle CEO’su Eric Schmidt’in sözlerine dikkat edebilirsiniz. Schmidt, yapay zekâ devrimi­nin insanlık tarihinde yeni bir döneme işaret ettiğini vurgu­ladıktan sonra ABD’nin Çin karşısında yapay zeka lider­liğini kaybetmemesi için çok daha fazla enerji yatırımı yap­ması gerektiğine dikkat çeki­yor.

Ayrıca Çin’in “devletin tüm imkânlarını seferber eden” yaklaşımı, devasa yatırımları ve veri-işlem altyapısındaki büyüklüğüyle A.B.D. için giderek büyüyen bir stratejik olduğunu belir­tiyor. Schmidt’e göre ABD, Çin’in bu agresif stratejisine karşı hamlesini sadece devlet politikalarıyla sınırlamamalı; üniversitelerin, özel sektörün ve girişimcilik ekosisteminin birlikte çalışacağı çok kap­samlı ve katmanlı bir strateji de geliştirmeli.

Enerji talebi: 90 nükleer santral gücünde

Maalesef ülkemizde ye­ni sanayi devriminin ener­ji arzını ve madenciliği daha da önemli hale getireceği bir türlü anlaşılamadı. Oysa ya­pay zeka alanında rekabetçi olmak istiyorsanız, ki Türki­ye’nin başka şansı yok, arka plandaki görünmez güçlerden birinin de enerji olduğunu unutmamalısınız.

Yukarıda bahsettiğim komite toplantı­sına katılan uzmanların tah­minine göre ABD’de 2030’a kadar yalnızca veri merkez­lerinin ihtiyaç duyacağı ek enerji miktarı 90 gigawatt! Yani ABD, ek talebi karşıla­mak için 90 tane yeni nükleer santrale ihtiyaç duyacak. Kı­yaslamayı ülkemizle yapacak olursak, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın ve­rilerine göre ülkemizin 2025 Temmuz ayı itibarıyla ku­rulu gücü 120 gigawatt.

Yani bugün sadece ABD’de yalnız­ca veri merkezlerinin ek ta­lebi Türkiye’nin mevcut ku­rulu gücünün %75’ine denk geliyor. Bu bile bize, yeni sa­nayi devriminin enerji iştahı­nın büyüklüğünü, Türkiye’nin enerji politikası tasarımında neden gerçekçi ve cesur ol­mak zorunda olduğunu anla­tıyor. Yukarıdaki analizden çıkartacağımız bir sonuç da şu: ABD’de “kullanılabilecek bütün kaynaklara dayalı bir enerji politikası” gündemde.

Yenilenebilir kaynaklar, do­ğal gaz, küçük modüler nükle­er reaktörler, hatta füzyon gi­bi yeni teknolojiler büyük res­min parçaları olmak zorunda. Ancak iş yalnızca üretimle de bitmiyor. İletim hatlarının modernizasyonu, şebekenin güvenilirliği ve yeni yatırım­ların hızla hayata geçirilebil­mesi için izin süreçlerinin de modernizasyonu şart. İşin bir başka önemli tarafı da De­mokratların ve Cumhuriyet­çilerin bu reform konusunda ortak bir zeminde buluşmuş olması.

Çip savaşları ve tedarik zinciri

Yapay zekâ tartışmaları do­ğal olarak yarı iletken endüst­risini de kapsıyor. Burada da benzer bir tablo var. ABD’li Micron Technology’nin tem­silcileri, ucuz ve güveni­lir enerji olmadan rekabetin mümkün olmayacağını açık­ça dile getiriyor. Bu sektör­de “Chips and Science Act” sayesinde ABD, yarı iletken üretiminde yeniden söz sa­hibi olmayı hedeflese de kri­tik madenlerde dışa bağım­lılık hâlâ ciddi bir risk. Bu­gün hafife alınan bir tedarik zinciri kırılması, yarın yapay zekâ yarışında ABD’nin eli­ni kolunu bağlayabilir. Tabii tam da bu noktada kritik ma­denler açısından Çin’in çok uzun bir süredir saat gibi iş­leyen küresel ölçekli strate­jisi ve Türkiye’nin bütün bu yüksek potansiyeline rağmen kritik madenler konusunda net bir adım atamaması dü­şündürücü.

Düzenleyici çerçeve ve veri mahremiyeti

Yapay zekâda inovasyonun önünü açmak kadar, toplum­sal güveni sağlamak da önem­li. Komiteye sunulan görüş­lerde, federal düzeyde tek bir düzenleme standardı oluştu­rulması gerektiği vurgulan­dı. Eyalet bazlı farklı kurallar, şirketleri yavaşlatıyor ve be­lirsizlik yaratıyor.

Önerilen model ise kulla­nım alanına göre değişen bir düzenleme. Sağlık ve finans gibi hassas alanlarda daha sı­kı denetim; diğer alanlarda ise daha esnek kurallar… Ay­rıca bir ulusal yapay zekâ ve­ri rezervi kurulması, güvenlik standartlarının NIST gibi ku­rumlarca belirlenmesi ve de­mokratik değerleri yansıtan bir küresel yönetişim modeli geliştirilmesi öne çıkan fikir­ler olarak duruyor.

Veri gizliliği ve veri mini­mizasyonu ise güven inşa et­menin temel taşları. İnsanlar verilerinin korunacağına inanma­dıkça, en ilerici yapay zekâ çözümleri bile toplum nezdinde kabul görmeyecek.

Bu tartışmadan ül­kemiz için çıkaracağı­mız çok ders var. Tür­kiye’nin halen veri gü­venliği, mahremiyeti, egemenliği, paylaşımı, ekono­mik kullanımı açılarından gü­ven veren, çerçevesi iyi çizil­miş bir politikası yok.

Ulusal güvenlik ve yetenek rekabeti

Yapay zekâ kuşkusuz yal­nızca ekonomik bir rekabet değil, aynı zamanda ulusal gü­venlik meselesi. Saldırgan si­ber operasyonlardan biyolo­jik ve nükleer tehditlere ka­dar birçok alanda riskleri de beraberinde getiriyor. Bu ne­denle sadece ABD değil her ülkenin ilgili birimlerinin ya­pay zekâ modellerini “red te­aming” (güvenlik açığı testi) yöntemleriyle test etmesi ve kötüye kullanım ihtimallerini ortadan kaldırması büyük önem taşıyor. Ayrıca ve şaşır­tıcı olmayan bir şekilde ya­pay zeka alanında yetenek re­kabeti de giderek sertleşiyor. Çin gibi ülkeler artık yüksek vasıflı işgücü için kaçılması değil göç edilmesi düşünülen ülkeler. Gelişmiş ülkeler yük­sek vasıflı işgücünü ya da diji­tal göçebeleri ülkelerine çek­mek için artık çok daha fazla zorlanıyor.

Çift partili kaygılar ve öneriler

Bir siyasetçi olarak bu kö­şe yazısının konusu olan otu­rumun en dikkat çekici nok­talardan biri de Demokrat ve Cumhuriyetçilerin birçok başlıkta benzer kaygılar taşı­masıydı. Enerji arz güvenliği, şebekenin dayanıklılığı, dü­zenleyici belirsizliklerin gi­derilmesi…

Tüm bu alanlar­da ortak bir dil yakalanmış durumda. Her ne kadar yeni tarife politikası, teşvik iptal­leri ve keyfi düzenlemelerin yarattığı belirsizlikler eleşti­rilse de iki taraf yapay zeka, enerji güvenliği ve küresel re­kabet konularının birbirin­den ayrı düşünülmemesi ge­rektiği konusunda hemfikir. İki yıldır milletvekili olarak bulunduğum hiçbir komis­yonda bu mutabakatın yanı­na bile yaklaşamadığımızı söyleyebilirim.

Sonuç olarak yapay zekâ, enerji güvenliği ve küresel re­kabet gücünü birlikte değer­lendirmemiz gereken bir dö­nem var. Bugün alınacak ka­rarlar yalnızca teknoloji ya da enerji şirketlerinin değil, toplumların da geleceğini şe­killendirecek. Eğer küre­sel rekabet sahnesinde güçlü kalmak istiyorsak, biz de ya­pay zeka politikamızı, ener­ji stratejimizi, veri güvenli­ği yaklaşımımızı ve nitelik­li insan kaynağı politikamızı birbirine entegre biçimde ve önyargılardan sıyrılarak göz­den geçirmek zorundayız.

Yazara Ait Diğer Yazılar