Artan işçilik maliyetleri, azalan şirket kârları

İstanbul Sanayi Odası sanayinin ilk 500 firmasını açıkladı. Bu kez herkes, kimle­rin daha çok kâr ettiğiyle değil, ne kadar za­rar açıklanacağı ile ilgiliydiler sanki. Verile­re göre bu şirketlerin üretimden net satışla­rı 2024’de yüzde 36,3 artıp 8,7 trilyon TL’ye ulaşmış.

Ancak, yıllık ortalama yurt içi üretici fiyatları endeksi ile arındırıldığında, üretim­den satışlar reel olarak yüzde 3,4 gerilemiş. Faaliyet karları ise 2024’te yüzde 31,6 oranın­da azalmış ve 937 milyar TL’den 641 milyar TL’ye düşmüş. Faaliyet kârlılığı oranı ise yüz­de 12,5’ten 6,2’ye düşerken, satış kârlılığı ora­nı da yüzde 8,6’dan 2,6’ya gerilemiş.

Öte yan­dan 2024 yılında İSO 500’de zarar eden şir­ket sayısı 96’dan 152’ye yükselmiş. Yani 500 şirketin neredeyse üçte biri zarar açıklamış durumda. Karlılıkların bu denli düşmesin­de yükselen kredi maliyetlerinin etkisini ge­çen hafta ele almıştım. Ama bir o kadar önem­li etken de şüphesiz çalışan maliyetlerinin yükselmesi. Çalışan ücretleri, ücreti ödeyen açısından bakıldığında kurların sabit kalması nedeniyle bir hayli yükselmiş görünse de, üc­reti alan açısından bakıldığında ise enflasyon önünde satınalma gücü iyice azalmış durum­da. Yani ne alan memnun, ne veren.

Artan işçilik maliyetleri sektörlere nasıl yansıdı?

İşçilik maliyetlerindeki artış, sanayi sek­töründe üretim maliyetlerinin yükselmesi­ne neden oldu. Bu durum, özellikle düşük kar marjına sahip sektörlerde rekabet gücünü da­ha da azaltmakta. Küçük ve orta ölçekli işlet­meler, artan maliyetlerle başa çıkmakta zor­lanırken, büyük sanayi kuruluşları da üretim planlarını yeniden gözden geçirmek zorun­da kalıyorlar. Özellikle ihracat yapan firma­lar, bu artışın etkisiyle ürün maliyetlerini ar­tırmak zorundalar.

Türkiye’den yapılan ihra­catın maliyet yapısı, işçilik maliyetlerindeki artış nedeniyle yükselirken, Türkiye’nin ih­racat pazarlarında fiyat rekabetçiliğini zayıf­latıyor. Ülkemiz üretiminin ağırlıklı fason ni­telikte olması, markalaşmanın düşük olma­sı nedeniyle zaten limitli karlar elde edildiği de düşünüldüğünde, yükselen maliyetler ih­racatçılar için pazar payının kaybedilmesine yol açmakta. İhracatçılarımız müşteriyi kay­betmeme uğruna zarar ederek ihracat yapma­ya katlanıyorlar. Gelin görün ki bu durumun sürdürülebilirliği kemiğin bıçağa ne kadar da­yanabileceği kadar belirsizlik taşıyor.

Rakamlar gerçeği ortaya koyuyor

Sektörel bazda maliyet artışlarının ortak yansıması, ihracat rekabetçiliğinin zayıfla­ması olarak karşımıza çıkıyor. 2020 yılında net asgari ücret yaklaşık 2.324,70 TL iken, 2025’te bu rakam 22.104,67 TL’ye yükseldi. Yani nominal olarak yaklaşık yüzde 850’lik bir artışı ortaya koyarken, döviz cinsinden bakıldığında, 2020’de yaklaşık 300 USD olan net asgari ücret, 2025’te 617,78 USD’ye ulaş­mış durumda.

Bu, döviz bazında yüzde 105’lik bir artış anlamına gelmekte. Emek yoğun ya­pısıyla bilinen tekstil sektörü, artan işçilik maliyetlerinden en çok etkilenen sektörler­den biri durumunda. Örneğin, 2021’de yakla­şık 575 USD olan bir işçinin toplam maliye­ti, 2024’te 960 dolara yükseldi. Bu da yüzde 67’lik bir artışı ifade etmekte. Mevcut durum, Türkiye’nin Bangladeş ve Vietnam gibi dü­şük işçilik maliyetine sahip ülkelerle reka­betini neredeyse imkansız hale getirmiş du­rumda. Dövizin artmadığı düşünüldüğünde ilk 500’deki zarar eden firmaların sayısının neden arttığını anlamak pek de zor olmasa gerek.

Alınabilecek pek çok tedbir var elbet­te. İşletmeler otomasyon, dijitalleşme ve ya­pay zekâ çözümlerine hız verirken, devletin de emek yoğun sektörlerde SGK prim desteği ve bölgesel istihdam teşviklerini artırılması, Türk ürünlerinin yurt dışında rekabetçi ka­labilmesi için lojistik ve pazarlama destekleri genişletmesi, sektörlerin ihtiyacına uygun in­san kaynağı için iş gücü planlaması yapılması şart. Yine tüm ihracatçı firmaların belirli bir süreyle serbest bölge avantajlarından fayda­lanması önerimi de hatrlatmak eminim fayda sağlayacaktır.

Son günlerde içinde bulunduğum pek çok ortamda yurtdışından işgücü transfer edilme­sini tartışsa da, orta ve uzun vadede yapılması gereken asıl hamlenin mesleki liselere ağırlık verilerek emek yoğun sektörlerde çalışacak işgücünün arttırılması olduğunu göz ardı et­memek gerekiyor. Herkesi üniversite mezunu ilan eden bir ülkede bir gün mavi yakalı ola­rak çalıştırılabilecek işgücü bulunamayacağı­nı görebilmek hiç de zor değildi. Meslek lisesi meselesi memleket meselesi yazımı da yıllar önce tam bu sebeple kaleme almıştım.

Yazara Ait Diğer Yazılar