Barınma bir “haktır”

Konut fiyatları ülkemizde­ki enflasyonun en önemli kaynaklarından biri. Ama pa­ra politikasının kapsamının dışında. Tıpkı gıda gibi… Para politikası bu kalemlerdeki fi­yat artışlarını doğrudan etki­leyemiyor.

Konut vatandaşın bütçe­sinde önemli bir paya sahip. Yani önemli bir harcama ka­lemi. TÜİK’in 2025 yılı TÜ­FE sepetindeki ağırlığı yüz­de 15,2. Gıdanın payı yüzde 25, ulaşımın ise yüzde 15,3. Dikkat edilirse bu üç har­cama kaleminin vatandaşın bütçesinde­ki ağırlığı yaklaşık yüzde 55 civarında. Yani bu üç kalemdeki enflasyonu kont­rol ettiğinizde enflasyonla mücadelede önemli bir ilerleme kaydedebiliyorsu­nuz. Ama bunun için sadece para poli­tikasından medet ummak yeterli değil.

Diğer iki harcama grubuyla birlik­te konutun aylık enflasyon rakamları­na yaptığı katkı da oldukça yüksek. Ör­neğin Temmuz 2025’de yıllık yüzde 33,5’lik enflasyona konutun yaptığı kat­kı 9 puanın üstünde. Buna karşı bütçede en fazla paya sahip olan gıdanın katkı­sı sadece 6,9 seviyesinde. Ulaştırmanın katkısı ise 4 puanda kalmış. Bütçedeki önem sırasında üçüncü sırada yer alan konut, Temmuz 2025 yılında genel enf­lasyon oranına en fazla katkıyı yapmış. Bu konut fiyatlarındaki artış oranının diğerlerine göre çok daha yüksek olma­sının bir sonucu. Maalesef bu durum uzun süredir böyle. Dahası bu durum yürütülmekte olan enflasyonla müca­delenin başarıya ulaşmasındaki önemli engellerden biri.

TÜFE’de yer alan konut harcaması kira dâhil ev ile ilgili birçok harcama ka­lemini içeriyor. Ama en önemlisini kira oluşturuyor. Kira ise barınma ihtiyacı­nı karşılamanın bedeli aslında. Barınma ihtiyacı ya konut edinimi yoluyla, ya da konut kiralama yoluyla giderilebiliyor.

Finansal bir araç olarak gayrimenkul

Türkiye’de konut sadece barınma ih­tiyacını karşılamak için değil, aynı za­manda bir servet birikimi aracı olarak da talep ediliyor. Ekonomik gelişmele­rin sonucunda konutun servet birikimi­ni aracı olarak talebinin ağırlığı artınca, ülkedeki barınma ihtiyacını karşılamak zorlaşmakta ve barınma krizin altyapısı oluşmaya başlamaktadır.

Finansala gelişmenin sınırlı olduğu Türkiye gibi ülkelerde, makroekonomik istikrarsızlık ve irrasyonel finansal po­litikalar ister istemez yatırımcıları gay­rimenkule yöneltmektedir. Bu hem ser­vetlerinin nominal değerinin korunma­sına, hem de artacak olan konut fiyatları yoluyla spekülatif olarak bir kazanç el­de etme olanağı sunmaktadır. Bu bek­lenti gayrimenkul talebini diğer finan­sal araçların sağlayacağı kazançlarla ba­ğımlı hale getirerek, konutun barınma talebi ile bağının zayıflamasına neden olmaktadır.

Ama çok daha önemlisi açık bir eko­nomide finansal yatırım araçlarından biri olan gayrimenkulün Türkiye eko­nomisinden çok farklı koşullara sahip olan gelişmiş piyasa ekonomilerinde­ki finansal araçlarla bir bağ kurması­na neden olmaktadır. Bu da ülkemizde­ki gayrimenkul fiyatlarından beklenen kazançları konusunda bu piyasalardaki finansal kazançların referans alınması­na yol açmaktadır. Böylece konut piya­sasındaki fiyatların ülkemizdeki barın­ma talebi ile bağı kopmaktadır. Ülkenin ekonomik gerçeklerinden kopuk gayri­menkul yatırımları ve fiyatları tüm pi­yasaya hâkim olmaktadır.

Bir de bu piyasayı yabancılara açtığı­nız zaman konutun Türk vatandaşları­nın barınma ihtiyacı ile bağını daha da zayıflatmış oluyorsunuz. Amaç ülkeye dışarıdan mali kaynak girişi sağlamak olunca ekonomi yönetimleri bundan vazgeçemiyorlar.

Ancak ülkemizde ciddi kentleşme so­runları yaşanmaktadır. Bulunduğumuz coğrafyanın kaçınılmaz bir özelliği olan deprem gerçeği de kentleşme sorunları­mızın daha ciddi elle alınmasını gerekli kılmaktadır.

İç göç ve artan barınma ihtiyacı

Büyük kentler ülke nüfusunun önem­li kısmının yaşadığı yerler. Kentler aynı zamanda ülkenin en önemli gelirlerinin yaratıldığı bölgeler. Buralarda hem ge­lir sağlayıcı iktisadi faaliyetlerin çeşit­liliği yüksek, hem de bu faaliyetlerden elde edilecek ortalama gelir daha fazla. Bu yüzden ülkedeki kır ile kent arasın­daki gelir dengesi bozuluyor. Kırsal nü­fus için büyük kentler bir çekim merke­zi oluyor.

Elbette iç göçün tek sebebi gelir fark­lılıkları değil. Birçok kamu malına bü­yük kentlerde erişim olanağı çok daha fazla. Ama tüm bunlara rağmen, iç göç nedenleri arasında gelir farklılıklarının çok daha fazla rol oynadığını düşünmek yanlış olmayacaktır.

İç göç ile kentlerde önem kazanan sorun ise, gelen nüfusun kentlerde na­sıl barınacağıdır. Bu, Türkiye’nin özel kesim eli ile sanayileşmenin başladığı 1950-1960 döneminden beri çözüm bu­lamadığı bir sorun.

Ya da kısa vadeli eğreti çözümlerle so­runun bugünlere taşındığı ve birtakım ucuz ve pragmatik yöntemlerin uygu­lanmasıyla içinden çıkılmasının zorlaş­tığı “kadim” bir sorun haline gelmiştir.

Cumhuriyet’in kırsalda bir türlü çö­zemediği topraksızlığın da etkisiyle, “mülksüz” halk kitleleri kendilerine kentlerde oluşturulan sanayi işletme­lerinde yeni bir hayata kavuşmak umu­duyla kentlere göç etmişlerdir. O gün­lerdeki özel sektörün sermaye birikimi, bu kırsal nüfusun kentlerdeki sanayi ve hizmetlerde düşük ücretlerle çalışmaya zorlanmasıyla finanse edilmiştir.

Kamu otoritesi hızlı büyüme hırsı ile özel kesimde hızlı sermaye birikimi sağ­lamak için ücretleri baskı altında tu­tarken, bu kitlelerin kentlerin çeperle­rinde ucuz yaşam koşulları oluşturmak için yeni bir hayat tarzı kurmalarına göz yummuştur. Bu maksatla kırsaldan ge­lenlerin hazine arazilerine çökmelerine izin verilmiş, buralara kendi olanakla­rıyla gecekondular inşa etmelerine göz yumulmuştur. Aslında bu şekilde uzun vadede bu insanların kentlerde mülk sa­hibi olabilmelerinin önü açılmıştır.

Özel kesim bu yolla sermaye biriki­mini gerçekleştirirken, emeklerini sa­nayiye ucuza sunan geniş kitleler de, iş­gal ettikleri hazine arazileri üzerinden uzun vadede kendi servet birikimlerini gerçekleştirmişlerdir. Bu yolla çok uzun yıllar düşük gelirlilerin büyük kentle­rimizdeki barınma sorunun çözümlen­meye çalışılmıştır. “Gecekondulaşma” bu yöntemin bir sonucudur.

Bu “model” bizim sanayileşme şekli­mizin bir ürünüdür. Ama bu şekilde ger­çekleşmiş olan çarpık kentleşmenin ya­rattığı sorunlar günümüzde daha büyük sorunların kaynağı olmuştur. Bu sorun­ların başında “kentsel dönüşüm” soru­nu acil olarak çözüm bekleyen bir sorun olarak hala karşımızda durmaktadır. Özellikle ülkemizdeki deprem gerçeği bu dönüşümün ivedilikle sağlanmasını gerekli kılmaktadır.

Yeni bir modele ihtiyaç var

Bir yandan mevcudun daha düzgün kentleşmenin kurallarına uygun bir şekilde dönüştürülmesi, diğer yandan yeni gelenlere yönelik barınma ihti­yaçlarının karşılanması bugünün ik­tidarları için önemli bir sorun oluştu­ruyor. Tek başına barınma talebi ön­lenemez bir enflasyonist bir dinamiği tetiklerken, diğer yandan da barınma sorununa yönelik olarak kullanılan ge­leneksel yolların artık kullanım öm­rünün dolduğu görülüyor. Türkiye’nin kitlelerin barınma ihtiyacını gidermek için yeni modellerde ihtiyaç olduğu her geçen gün daha çok açığa çıkıyor.

Ama çok daha açık olan bir şey var ki, o da bugüne kadar bu ihtiyacın kar­şılanmasında kamuya geçmişten çok daha fazla rol düşmektedir. Bu rolün nasıl bir rol alacağı ise kamunun ba­rınma ihtiyacını nasıl algılaması ge­rektiği ile ilgilidir. Zira bugüne kadar barınma ihtiyacını karşılamaya yö­nelik uygulamalar, vatandaşın konut mülkiyetini bir servet birikimi sağla­ma aracı olarak kullanması etrafında şekillendirilmiştir. Bu bakış açısı ka­munun bir piyasada oynayabileceği rolü azaltmaktadır.

Maalesef konut sadece bir birikim aracı değildir. Aynı zamanda konut bir ülkenin vatandaşlarının en temel hak­larından biridir ve kamunun güvence­si altına alınmalıdır. Buna bağlı olarak kamu bu hakkın temin edilmesinde aktif rol üstlenerek kamu kaynakları­nı kullanarak kendi vatandaşının ba­rınma ihtiyacını karşılamalıdır. Bugün kapitalist ülke olduklarını iddia etti­ğimiz birçok Batılı ülkede kamu böyle bir fonksiyon icra etmektedir.

Barınma hakkının yerine getirilme­si mevcut sistemle mümkün değildir. Mevcut sistemde konut edinimi var olan bir servet tutulma şeklidir ve bu­nun için öncelikle belli oranda bir ser­vet birikimine ihtiyaç vardır. Hatta bu sistemde ekonomi yöneticileri kontrol ettikleri kamu kaynaklarıyla servet sa­hiplerinin elindeki mali fonları gayri­menkul talebine yöneltilmesi için kul­lanmaktadırlar.

Oysa yapılması gereken hem mer­kezi iktidarın hem de yerel yönetici­lerin ellerindeki kıt kaynaklarla ucuz konut üretimi yapmaları, bu konutla­rın edinimlerini kolaylaştıracak kamu üzerinden sübvanse edilmiş finansal araçların oluşturulmasıdır. Ayrıca ka­munun kiralık konut üretimi yoluyla özellikle büyük şehirlerdeki kira fiyat­larını kontrol etme imkânı da vardır.

Yazara Ait Diğer Yazılar