Bir felaketin anatomisi: Orman yangınları
Geçen hafta başta İzmir olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanı yeniden orman yangınlarına teslim oldu. Bir kez daha anladık ki, iklim kriziyle birlikte sayısı ve şiddeti artan afetlere karşı yeterince hazırlıklı değiliz. Ne yazık ki hiçbirinde iyi bir sınav veremedik ve daha kötüsü, hatalarımızdan ders de çıkarmıyoruz. Buna ben de dahilim; teknik bir konuda kendimi doğru ifade edememenin bedelini haklı eleştirilerle karşılaşarak ödedim.
Ölçemezsen yönetemezsin
Öncelikle, orman yangınlarının binlerce yıldır doğanın bir parçası olduğunu kabul etmeliyiz. Yangınlar kaçınılmazdır, ancak sayıları ve neden oldukları tahribat kontrol altına alınabilir. Bunun ilk şartıysa yangınların nedenlerini anlamaktır. Peter Drucker’ın da dediği gibi: “Ölçemediğiniz hiçbir şeyi kontrol edemez, kontrol edemediğiniz hiçbir şeyi yönetemezsiniz.” Peki biz orman yangınlarının nedenlerini ne kadar biliyoruz?
Bu süreçte görüşlerinden çok faydalandığım Doç. Dr. Cihan Erdönmez’in aktardığı bilgiler oldukça çarpıcı: Son 10 yılda çıkan orman yangınlarının üçte birinin sebebi bilinmiyor. İnanılır gibi değil! Çıkan yangınların %38,5’i ise “diğer” kategorisine dahil edilmiş.
İstatistikler yangınların %21,5’inin enerji tesisleri ya da iletim hatlarından kaynaklandığını gösteriyor. Oysa elektrik dağıtım şirketlerine altyapı iyileştirme, bakım ve onarım için önemli kamu kaynaklarının aktarıldığını çok iyi biliyoruz. TEİAŞ’ın da büyük bir bütçesi var. Buna rağmen gereken yatırımlar yapılmıyorsa, bunu sadece şirketlerin kar hırsıyla açıklamak yetersiz olur. Burada kamunun gücü, iradesi ve denetleme isteği de sorgulanmalı.
Karar alma mekanizmaları ve koordinasyon sorunu
Türkiye’de yönetim sisteminin temel problemlerinden biri karar alma süreçlerindeki aksaklıklar ve görev tanımlarındaki belirsizlik. Liyakatsizlik ve keyfiyet de üst düzeyde. Bu durumun etkilerini orman yangınlarında da gördük. AFAD, Orman Genel Müdürlüğü ve yerel yönetimler arasında ciddi bir koordinasyon eksikliği yaşanıyor. Örneğin belediyeler yangına müdahale kapasitesi varken, görev alanı dışında oldukları gerekçesiyle orman yangınına müdahale etmiyor.
Orman yangınlarını yönetim sistemiyle ilişkilendirmek zorlamacı bir yaklaşım değil. Cihan Erdönmez’in bana aktardığı verilere göre, yeni yönetim sistemiyle birlikte yangın başına düşen yanan alan miktarı belirgin şekilde artmış durumda. Uluslararası kıyaslamalarda geçmişte oldukça başarılı sayılan itfaiye örgütümüz, tıpkı diğer başarılı kamu kurumları gibi son yıllarda irtifa kaybetti. Bunun temel nedenlerinden biri de liyakat yoksunluğu ve karar alma mekanizmalarındaki tıkanıklık.
Bütçe, beşeri sermaye ve EMASYA Protokolü
İklim krizinin etkileri her geçen gün artarken, Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) bütçeden aldığı payın azalmasının açıklaması yok. OGM’nin bütçesi ve müdahale kapasitesi artırılmalı. Bu kapasitenin temelini de nitelikli insan kaynağı oluşturuyor. Bu nedenle bir “İtfaiyecilik Akademisi” kurulması şart. Mevcut meslek liseleri ve ön lisans programları, daha karmaşık ve riskli yangınlara müdahale edecek insan kaynağını yetiştirmede yetersiz kalıyor. Örneğin, olası bir deprem sonrası çıkacak liman veya deniz yangınları çok daha farklı beceriler gerektiriyor.
İnsan gücünden bahsetmişken, askerin rolünü de unutmamak gerekir. 2010’da kaldırılan EMASYA Protokolü, askeri birliklerin savaş dışı afet durumlarında kullanılmasına olanak tanıyordu. Protokolün 4. maddesi, yangın, sel ve diğer doğal afetlerde nasıl devreye girileceğini açıkça tanımlıyordu. Bugün afetlerin ilk saatlerinde hazır bir kuvvetin olmayışının yarattığı sorunları acı biçimde yaşıyoruz. Bu nedenle EMASYA benzeri bir düzenlemenin yeniden gündeme alınması, afet yönetimi açısından hayati bir gerekliliktir.
Gece uçuşları, teknoloji ve planlama sorunu
Gece görüşlü yangın söndürme uçak ve helikopterlerinin neden yeterince kullanılmadığı uzun süredir tartışılıyor. Bazı yetkililer, gün ışığı olmadan noktalama yapılamayacağı için gece müdahalenin mümkün olmadığını savunuyor. Ancak acil eylem planları içinde bu noktalama çalışmalarının önceden yapılabileceğini düşünen uzmanlar da var. Bu tartışma bize Türkiye’nin iki temel sorununu tekrar hatırlatıyor: İlki, yukarıda yazdığım üzere planlama ve koordinasyon eksikliği; ikincisi ise geliştirilen bir teknolojiyi etkili biçimde kullanamamak. Oysa Koç Holding bünyesinde geliştirilen yapay zekâ destekli FireAId sistemi, yangınları öngörme konusunda çok başarılı. Umarız OGM bundan sonra bu teknolojileri daha fazla kullanır.
İnsan faktörü ve bir özür
Orman yangınlarıyla ilgili herkesin hemfikir olduğu temel gerçek şu: Bu felaketlerin en büyük sorumlusu bizleriz. Yangınların büyük bölümü dikkatsizlik, ihmal veya rant uğruna doğayı katletme arzusundan çıkıyor. Bu nedenle hem toplumsal farkındalık artırılmalı hem de cezai ve tazminat yaptırımları caydırıcı hale getirilmelidir. Ancak kamuoyunun önünde gözaltına alınan birçok failin kısa süre sonra serbest bırakıldığını biliyoruz.
Yine de ihmaller ve tedbirsizlik insanoğlunun neden olduğu yangınların yapısal sebeplerinden biri değil. Soruna rant ve çarpık kentleşme perspektifinden bakmak gerekiyor. Türkiye’de ormanlar uzun süredir kaçak yapıların kolayca inşa edilebildiği, siyasi bağlantılar kurulduğunda lüks sitelere ve konutlara dönüşebilen alanlar. Kentleşmeye ve sermaye birikimine sınır koyulmadıkça ormanlarımız, doğal yaşam ve en nihayetinde toplumsal hayat tehdit altında kalmaya devam edecek.
Tampon bölge ve ağaç kuşağı tartışması
Yukarıda belirttiğim çarpık kentleşme ve rant sevdasından dolayı bugün kentle orman iç içe geçmiş durumda. Bu durum da kent yangınlarının ormana ya da orman yangınlarının kente kolayca sıçramasına neden oluyor. Kızılçamların sıçrayan kozalakları yangını hızla yayabiliyor. Bu sıçramayı önlemek için kent ile orman arasında kızılçam yerine daha dirençli bir ağaç kuşağıyla “tampon bölge” oluşturulması fikri ise çok tartışmalı. Bu fikri sunarken benim gibi "kızılçamlar yangına davetiye çıkarıyor" gibi hatalı bir ifade kullanmak ise haklı bir eleştiri konusu… Oysa bu ifadedeki amacım ormanların ekolojik yapısını değiştirmek değil, sadece kentle orman arasına daha dayanıklı bir yeşil kuşak oluşturma ihtiyacına dikkat çekmekti. Görüşlerini paylaşan akademisyenler Nurbahar Usta ve Cihan Erdönmez, bu yaklaşımın da çözüm getirmeyeceğini belirttiler. Şiddetli bir yangına hiçbir ağacın dayanamayacağını, ağaçsız tampon bölgelerin ise zamanla imar alanlarına dönüşeceğini vurguladılar.
Yani anlayacağınız dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: Bütün bu felaketlerin ana sorumlusu doğayı kendi çıkarları uğruna tüketen, katleden bizleriz. Ormanlarımızı esas tüketen şey ateş değil, bizlerin doymak bilmeyen ihtirası ve o ihtirasa teslim olmuş devlet aklıdır. Doğayı koruması gereken eller en önce rantın sıcağında eriyorsa, yangın bir afetten daha çok bir rejim sorunudur.