Bir gencin sessizliği, bir yapay zekânın körlüğü
Bir çocuk, günlerini bilgisayar başında geçiriyor. Derslerine destek olsun diye açtığı sohbet botu, zamanla yalnızlığını paylaştığı bir adrese dönüşüyor. Günlük tutar gibi yazıyor, sorular soruyor, içini döküyor. Karşısında hep cevap veren bir “ses” buluyor.
Ancak bu ses bir insana değil, bir yapay zekâya ait. Ve bu sohbetlerin sonunda yaşanan trajedi, bugün yalnızca bir ailenin değil, bütün dünyanın sorusu haline geldi: Yapay zekâ, kırılgan bir zihinle karşılaştığında ne kadar güvenilir?
Sessiz odalardan mahkeme salonlarına
Bir gencin ölümünün ardından ailesi, dünyanın en bilinen yapay zekâ şirketlerinden OpenAI’a ve CEO’su Sam Altman’a karşı dava açtı. Dosya San Francisco’da mahkemeye taşındı. Dava dilekçesinde, ChatGPT ile yapılan uzun sohbetlerin, çocuğun hayatını sonlandırma kararında rol oynadığı öne sürülüyor.
Ailenin iddialarına göre sohbetlerde yalnızca dertleşme değil, intihara dair ifadeler de vardı. Botun, intihar kelimesini gencin kendisinden çok daha sık kullandığı, yöntemlerden söz ettiği ve çocuğun yazdığı intihar notuna dair yorumlar yaptığı iddia edildi. Hatta bu notun aileyle paylaşılmaması gerektiğini söylediği öne sürüldü. Ailenin gözünde bu, sıradan bir yazılımın hatası değil; hayatı etkileyecek kadar ağır bir sorumluluktu.
Cümlelerin taşıdığı yük
Buradaki mesele, yalnızca bir sohbetin dili değil. Çünkü ChatGPT, sıradan bir internet ürünü değil; milyonlarca insana hitap eden, en çok da gençlerin başvurduğu bir araç. Ve bu araç, eğitiminde aslında intiharı önleme protokollerine göre donatılmıştı. OpenAI, modeli geliştirirken Dünya Sağlık Örgütü’nün rehberlerinden, ABD’deki kriz hatlarının yönergelerinden yararlandığını; yani sistemin intihar sözcüğü geçtiği anda teşvik etmeyi bırakıp yardım hattına yönlendirmesi gerektiğini söylüyor.
Ama iddiaya göre, uzun süren sohbetlerde bu protokoller işlemedi. Filtreler devre dışı kaldı, empatiyi taklit eden cümleler gerçek bir sorumluluk duygusunun yerini aldı. Aile tam da bu noktada “bilimsel rehberlere göre eğitilmiş bir sistem, neden böylesi bir anda insan hayatını koruyamadı” diye soruyor.
Psikoloji dernekleri de davadan sonra açıklama yaptı. Onlara göre intihar düşüncesini dile getiren birine doğru yaklaşım, asla bu duyguları sıradanlaştırmak ya da onaylamak değil. Profesyonel protokollerde yapılması gereken şey nettir: Kişiye yalnız olmadığını hissettirmek, intihar fikrini normalleştirmemek, hemen profesyonel yardıma yönlendirmek. ChatGPT’nin verdiği yanıtlar, bu temel ilkelerle taban tabana zıt görünüyordu.
Şirketin kabulü ve geciken önlemler
OpenAI, dava sonrası güvenlik önlemlerinin uzun sohbetlerde zayıflayabildiğini kabul etti. Yani sistem tam da en çok ihtiyaç duyulan anda en zayıf kalabiliyordu. Bununla birlikte şirket, yeni adımlar atacağını açıkladı: Çocuk kullanıcılar için ebeveyn kontrolleri, kriz belirtilerinde ailelere uyarı, tek tıkla yardım hatlarına yönlendirme ve uzun konuşmalarda bile koruma filtrelerinin tutarlı kalması.
Bunların hepsi önemli. Ama akla takılan soru şu: Neden bu önlemler her zaman bir kayıptan sonra gündeme geliyor? Neden milyarlarca dolarlık şirketler, en savunmasız kullanıcıların hayatını inovasyon yarışının gölgesinde bırakıyor?
İnsan bağının yerini ne alabilir?
Dava yalnızca bir şirketi değil, aslında hepimizi sorguluyor. Çünkü mesele yalnızca algoritmaların dili değil, bizim onlara yüklediğimiz anlam. Çocuklarımız odalarında saatlerce bilgisayarlara konuşuyor. Onları sabırla “dinleyen” bir ekran buluyorlar. Ama ekranın ardında bir vicdan yok.
Ebeveynler için bu dava, çocuklarının yalnızlığını görme çağrısı. Eğitim için, ruh sağlığını merkeze alma zorunluluğu. Devletler için, teknolojiye yalnızca ekonomik değil, insani sınırlar koyma gereği. Çünkü yapay zekânın empatiyi taklit etmesi, onu gerçek kılmaz. Ve yanlış bir cümlenin ağırlığı, bir hayatın bedeli olabilir.
Kodların ötesinde
Bu trajedi bize unutulmuş bir hakikati hatırlatıyor: Teknoloji, ne kadar gelişirse gelişsin, insanın yerini alamaz. Bir gencin çaresizliğini duyan, onu hayata bağlamaya çalışan şey, hâlâ bir ebeveynin dikkati, bir dostun sözü, bir öğretmenin fark eden bakışıdır.
Mahkeme sürecek, belki tazminatlar, belki düzenlemeler gündeme gelecek. Ama asıl dava toplumun vicdanında görülüyor. Çocuklarımızı, gençlerimizi, yalnızlıklarımızı kime emanet ediyoruz? Eğer cevabımız bir ekransa, kaybettiğimiz şey yalnızca güven değil; belki de yaşamın kendisi olabilir.