Sessizliğin en gürültülü hali
Son dönemde iş hayatıyla ilgili sosyal medyaya biraz göz gezdirirseniz, ilginç bir manzarayla karşılaşırsınız. LinkedIn’de paylaşılan postların altındaki yorumlarda, Instagram’da dolaşan kısa videolarda, hatta çalışanların kendi aralarında fısıldaştığı sohbetlerde tekrar eden bir cümle var: “İnsan kaynakları sizin dostunuz değil.”
Kimi zaman komik bir skeçle, kimi zaman alaycı bir paylaşımda dile getiriliyor. İlk bakışta gülümsetiyor belki. Ama o gülümsemenin ardında ağır bir gerçek var: Çalışanlar, kendilerini en çok dinlemesi gereken birime artık güvenmiyor. İnsan kaynakları departmanı, gidilmesi gereken değil, mümkünse uzak durulması gereken bir kapıya dönüşmüş durumda.
Bu cümle, modern iş dünyasının kırılgan bağını işaret ediyor. İnsan kaynakları departmanı, kuruluş amacına göre hem işverenin hem de çalışanın sesi olmalıydı. Oysa köprü olmak yerine, tek yönlü bir yol gibi görülüyor: Yönetimden çalışana doğru akan bir kanal. Çalışandan yönetim tarafına uzanan yol ise sessizliğe çıkıyor.
Güvenin çatırdayışı
Bu yalnızca bireysel hissiyat değil; rakamlarla da teyit edilen bir durum. 2024 yılında yapılan PwC’nin ABD İş Dünyasında Güven Araştırması, yöneticilerin yüzde 86’sının çalışanlarına güvendiğini düşündüğünü ortaya koyuyor. Fakat aynı soruya çalışanların yalnızca yüzde 60’ı olumlu cevap veriyor. Yani işverenin sandığı ile çalışanın hissettiği arasında görünmez bir uçurum var.
Üstelik bu sadece PwC’nin gözlemi değil. Edelman’ın 2024 tarihli İşyerinde Güven Özel Raporu da benzer bir tablo çiziyor: İşverenin mesajları hâlâ çalışan için en güvenilir bilgi kaynağı kabul edilse de, üst düzey yöneticilerin vaatleri ile sahadaki deneyim arasında ciddi bir kopukluk var. Yönetici kendini güven veren bir figür sanıyor; çalışan ise bambaşka bir gerçek yaşıyor.
Bu fark, insan kaynakları yöneticisini tarihin en zor rolüne yerleştiriyor. Tarafsız hakem olması beklenen bu figür, çalışanların gözünde çoğu kez şirketin çıkarlarını gözeten bir aktöre dönüşüyor. Ve tam da o an, güven yerini sessizliğe bırakıyor.
Gözetimin gölgesinde
Güveni aşındıran bir başka dinamik gözetim kültürü. Pandemi sonrası uzaktan çalışmanın yaygınlaşmasıyla, şirketler aynı soruyla yüzleşti: “Çalışan gerçekten çalışıyor mu?” Cevap ise çoğu kez gözetim yazılımlarında arandı. Bilgisayar başında geçirilen süreler ölçüldü, çevrimiçi hareketler kaydedildi, performans ekranda kalma süresine indirgenmeye başladı.
Harvard Business Review’de Şubat 2024’te yayımlanan Çalışanların Gözetimi Güveni Aşındırıyor makalesi, bu uygulamaların yarattığı yıkıcı etkiyi net biçimde ortaya koyuyor. Çalışan, kendini bir profesyonel değil, gözetlenen bir mahkûm gibi hissettiğinde, insan kaynakları departmanına güveni de hızla yok oluyor. Gözetimin olduğu yerde güven kök salmıyor; şeffaflık, açıklık ve bağlılık yerine kuşku ve sessizlik büyüyor.
Bu yalnızca bireyin huzurunu değil, kurumun kültürünü de kemiriyor. Gözetim altındaki çalışan, iş arkadaşına bile şüpheyle bakmaya başlıyor: “Kim izleniyor, kim rapor ediliyor?” Böylece işyerinde sessizlik iki kat büyüyor. Çalışan yönetimle konuşmuyor, kendi aralarında da konuşmamaya başlıyor. Sessizlik artık bireysel bir tercih değil, kolektif bir hayatta kalma stratejisine dönüşüyor.
Sessizliğin bedeli
Sessizlik ilk bakışta huzurlu görünebilir. Hiç şikâyet yoktur, masalar sessizdir, toplantılar sorunsuz geçer. Ama bu görünüm aldatıcıdır. Sessizlik, işyerinin damarlarında dolaşan görünmez bir zehirdir.
Forbes’un 2024 sonbaharında yayımladığı İnsan Kaynaklarının Güvenilirlik Krizi raporu, çalışanların büyük bölümünün İK departmanının gizlilik yükümlülüğüne inanmadığını ortaya koydu. Kapısı sorun çözmek için çalınması gereken yer, aslında sorunları daha da büyütme ihtimaliyle anılıyor. Çalışan, risk almamak için konuşmuyor. Konuşmayınca da görünürde huzur var sanılıyor.
Ama aslında olan şu: Konuşulmayan her şikâyet, sessizce kök salıyor. Küçük bir anlaşmazlık dile getirilmediğinde bir öfke birikimine dönüşüyor. Haksızlık söylenmediğinde yalnızlık duygusuna evriliyor. Ve bu duygular biriktiğinde, işyerinin görünmez duvarlarını örmeye başlıyor. İşte o duvar, bir gün kurumun en parlak fikirlerini bile dışarıda bırakıyor.
Aynı yıl yayımlanan HR Acuity’nin Çalışan İlişkileri Benchmark Çalışması da şirketlerin büyük kısmında şikâyet süreçlerinin şeffaf yürütülmediğini gösteriyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Çalışan, sesini yükselttiğinde bile, sözünün adil bir zemine ulaşmayacağına inanıyor. O an sessizlik, artık bir zorunluluk haline geliyor. Ve sessizlik büyüdükçe, kurumun kalbi daha hızlı çürüyor.
Çünkü sessiz kalan çalışan, işini yapar ama işine ruhunu katmaz. Görevini yerine getirir ama fikrini söylemez. Aidiyet hissetmez, sadece mecburiyet duyar. Oysa bir işyerinin gerçek gücü, insanların mecburen çalışmasında değil, isteyerek üretmesindedir. Sessizlik büyüdüğünde, isteğin yerini zorunluluk alır. Ve işte o zaman, kurumun asıl kaybı başlar.
Yeniden İnşanın İhtimali
Bütün bu tablo karanlık görünse de umut var. Utah Üniversitesi’nin 2025 tarihli İnsan Kaynakları Uygulamaları ve Çalışan Güveni: Sistematik Bir İnceleme araştırması, güvenin yeniden kurulabileceğini gösteriyor. Araştırmaya göre adil performans değerlendirmeleri, şeffaf ödüllendirme sistemleri ve açık iletişim mekanizmaları doğru işletildiğinde güveni onarabiliyor.
McKinsey’nin İK Monitörü 2025 Raporu da benzer bir noktaya parmak basıyor: İnsan kaynakları liderlerinin başarısı artık yalnızca işe alım ya da süreç yönetimiyle ölçülmüyor; güven inşa etme kapasitesiyle ölçülüyor. Çünkü güvenin olmadığı yerde en iyi sistemler bile işlevsiz kalıyor.
Buradan çıkan ders açık: Güven büyük sözlerle değil, küçük ama tutarlı davranışlarla kuruluyor. Çalışan bir kez samimiyet gördüğünde, en derin kırgınlık bile onarılabiliyor. Ama samimiyet yoksa, en parlak stratejiler bile boşlukta kalıyor.
Bugün insan kaynakları departmanları belki de tarihinin en kritik sınavını veriyor. Kapısı çalınmayan, çalışanların yanından sessizce geçip gittiği bir oda olmaktan çıkmadıkça güven yeniden kurulamaz. Çalışan o kapının önünde durup içinden hep aynı soruyu geçiriyor:
“Beni dinleyecekler mi, yoksa anlattıklarım bana geri mi dönecek?”
Eğer bu soruya güvenle “dinleneceksin” cevabı verilebilirse, sadece bir çalışanın değil, bütün bir kurumun kaderi değişebilir. Çünkü güven yeniden doğduğunda sessizlik çözülür, sessizlik çözülünce söz çoğalır, söz çoğaldığında ise kurumun gerçek sermayesi — insanın umudu — yeniden filizlenir.
Ve belki de iş dünyasında asıl liderlik, bilanço tablolarında değil, işte tam da o filizlenen umutta gizlidir.