Küresel entegrasyonun sessiz krizi

Ekonomi, duygularla değil verimlilikle işler ama son yıllarda Avrupa ekonomisi duyguların etkisine hiç olmadığı kadar açık hale geldi. Popülist söylemler, “yerli istihdam” kavramını ulusal gururun simgesi haline getiriyor. Bir ülke emeği değil kimliği merkeze alarak ekonomi kurmaya kalkarsa verimlilik düşer, güven kaybolur.

Geçen hafta Hollanda’dan bir haber dikkatimi çekti. Seçim öncesi, aşırı sağcı siyasetçi Geert Wilders’in pay­laştığı bir görsel —başörtülü bir kadını küçümseyen bir karika­tür— ülkede 14 bin şikâyete yol açtı. Hollanda’daki Müslüman topluluklar “açık düşmanlık nor­malleşti” derken, yaklaşan seçim artık yalnızca bir oy yarışı değil, “ülkenin kim olduğunu hatırlama sınavı”na dönüştü.

Bu haber, bana entegrasyonun aslında yalnızca kültürel değil, ekonomik ve toplumsal bir kırıl­ma hattı olduğunu yeniden dü­şündürdü.

Ekonomi ile toplum arasındaki görünmeyen bağ

Artık kimse “küreselleşme ge­ri dönmez” demiyor. Pandemiyle başlayan tedarik zinciri sarsın­tısı, savaşın getirdiği enerji kri­zi, ardından gelen enflasyon dal­gası derken, Avrupa kendi içine kapanmaya başladı. Bu kapanma, sadece sınır politikalarında değil, zihinlerde de yaşanıyor. “Biz ve onlar” ayrımı, artık üretim zinci­rine bile sızıyor. Oysa bu üretimi ayakta tutan, yalnızca “emek” de­ğil; farklı kültürlerin, deneyim­lerin ve bakış açılarının yarattığı çeşitlilik.

Hollanda bunun laboratuvarı gibi. Tarımdan sağlığa, lojistik­ten yaşlı bakımına kadar birçok sektör, göçmen kökenli çalışan­ların katkısıyla ayakta duruyor. Fakat bu katkı çoğu zaman “eko­nomik ihtiyaç” düzeyinde görü­lüyor; oysa entegrasyonun an­lamı bundan çok daha geniş. Bir toplumun sağlıklı işlemesi, her­kesin yalnızca çalışarak değil, kendini değerli hissederek yer aldığı bir düzene bağlı. Bu denge bozulduğunda, sadece göçmen değil, üretim zincirinin tamamı zarar görüyor.

Ekonomi, duygularla değil ve­rimlilikle işler ama son yıllarda Avrupa ekonomisi duyguların etkisine hiç olmadığı kadar açık hale geldi. Popülist söylemler, “yerli istihdam” kavramını ulu­sal gururun simgesi haline ge­tiriyor. Oysa yaşlanan nüfus ve azalan işgücü, yeni bir toplum­sal sözleşmeyi zorunlu kılıyor. Entegrasyonun rasyonel biçim­de yönetilmesi, sadece ekonomi için değil, toplumsal barışın sür­dürülebilirliği için de şart.

Bir ülke emeği değil kimliği merkeze alarak ekonomi kurma­ya kalkarsa, verimlilik düşer, gü­ven kaybolur. Bugün Avrupa’da, özellikle de Hollanda örneğinde gördüğümüz bu. “Değerlerimizi koruyoruz” diyerek içe kapanan her politika, aslında rekabet gü­cünden kaybediyor. Çünkü çeşit­lilik, üretim kadar inovasyonun da yakıtıdır. Tek sesli toplumlar kısa vadede huzurlu görünür ama uzun vadede dinamizmini kaybe­der. Entegrasyonun asıl hedefi, insanı sistemin parçası kılmak, yani üretimin ve yaşamın anla­mını birlikte kurmaktır.

Türkiye için dersler

Bu tablo bize uzak değil. Türki­ye de hem göç alan hem göç veren bir ülke olarak benzer bir sınav­dan geçiyor. Biz hâlâ entegrasyo­nu sosyal bir yük olarak tartışıyo­ruz; oysa doğru entegrasyon, top­lumsal dayanışmayı güçlendirir, üretimi zenginleştirir, güveni ar­tırır. Göçmeni yalnızca “barın­ması gereken biri” olarak değil, toplumsal yaşamın ortak payda taşıyıcısı olarak görmek gerekir.

Avrupa’daki kriz bize şunu ha­tırlatıyor: Entegrasyon bir sosyal politika değil, bir ekonomi poli­tikasıdır — ama merkezinde in­san vardır. Çünkü üretim, tekno­loji ya da sermaye değil; aidiyet duygusu olmadan hiçbir ekono­mi uzun ömürlü olamaz. İnsan kendini değerli hissettiği yerde üretir, sahiplenir, katkı sunar. Ait hissetmeyen toplumlar savun­maya geçer, kutuplaşır, küçülür.

Küresel entegrasyonun sessiz bir krizi var. Görünürde mese­le göç, kimlik, kültür ama aslın­da mesele, birlikte var olma kapa­sitesi. Eğer sistemin her halkası kendini değerli hissetmezse, eko­nomiler küçülür, toplumlar sert­leşir, siyaset keskinleşir.

Bu yüzden önümüzdeki döne­min en kritik sorusu şu olacak: Entegrasyonu kim yönetecek? Siyaset mi, ekonomi mi?

Eğer akıl ve üretim kazanır­sa, çeşitlilik büyümenin motoru olur. Duygular ekonomiyi yöne­tirse, ülkeler kendi içine kapanır, potansiyelini boğar.

Dünya artık “küresel köy” ol­maktan çıkıyor; belki de kırılgan dengelerle birbirine bağlı bir ağ haline geliyor. Bu ağın kopmama­sı için akla, rasyonaliteye, insana ve üretime dayalı bir güvene ihti­yacımız var. Çünkü entegrasyon, sadece insanların uyumu değil, ekonominin ve toplumun birlikte nefes alabilme yeteneğidir.

Ve unutmayalım: Duvarlar hiç­bir zaman ekonomiyi korumadı. Sadece insanların birbirini duya­mamasına neden oldu.

Yazara Ait Diğer Yazılar