Bir türlü 'çağdaşlaşamayan' çağdaş Türk resim sanatı
PROF. DR. UĞUR BATI
ugur.bati@dunya.com
Ülkemizde sanata gönül vermiş koleksiyonerler, camiadaki insanlara güveniyorlar; birden şişirilmiş fiyatlarda eserler alıyorlar, kısa bir süre sonra bu sanatçılar dünyaya entegre edilmedikleri için astronomik bir şekilde düşebiliyor. Bu da gerçek koleksiyonerlerin hevesini, motivasyonunu bozuyor. Galeriler evrenselleşmeli, sanatçılar çeşitlendirilmeli, sanat ortamına erişimleri artırılmalı.
Türk resim sanatından söz edeceğim. Türk resminin ikon ressamlarından Mustafa Günen’in de sohbetlerimizdeki görüşlerinden faydalandım bu yazıda. Ona da bir teşekkür edeyim başlangıçta. Hızlıca bir giriş yapacağım. Daha önce bir yazımda “Tüm Türk resmi açıkça ‘biraz’ montaj, biraz da şantajdır!” demiştim. Şimdi artırıyorum. Maalesef Türk resim ekosistemi de “kurumsallaşamamış”, “yapısallaşamamış”, “eksik kalmış”tır. İşini iyi yapmaya çalışanları ayırıyorum. Yeteri kadar nitelikli galeri yoktur. Yeteri kadar koleksiyoner yoktur. Eleştirmeni pek azdır. Küratörü nadirdir. Sanat basını oluşmamıştır. Sanat, tabana yayılmamıştır. İlgi çekmemiştir. Gençleşememiştir. Haz nesnesi olmamıştır. Gustosu inşa edilememiştir. Böyle olunca da durum şudur:
“Ressamların birçoğu montaj, resimlerin bazısı sentez, eleştirmeni sürmenaj, galerisi safinaz, fuarı, bienali, festivali peknaz, alıcıların yarısı makyaj, satıcıların yekünü sondajdır.”
Tamam kabul ediyorum, saçma bir cümle olabilir ama derdini anlattı sanki. Şunu da belirtelim, Türk ressamının yapıt üretirken besleneceği kaynaklar doğal olarak Batı’da oluşturulmuş örnekler üzerinden üretilmektedir. Bu ana sav. Lakin tarihsel süreçte ve günümüzde Türk resminin Batı kaynaklarının “aynısı” olarak bir adaptasyon olarak da algılamıyoruz. Bu haksızlık olurdu kanımızca. Birinin bunu yazması lazım, iş başa düştü birkaç kelime etmek isterim. Öznel, gözleme dayalı, deneyimsel bir yazı olacak bu. Katılmayanlar da bambaşka görüşlerle güzel yazılar kaleme alacaktır diye düşünüyorum.
Gireyim konuya…
Türk ressamları modern sanata Avrupa’daki başlangıcının hemen başlarında katılmıştır. Ancak nedense özgünlük kaygısı hiç gütmemişler, hep geriden gelmiş ve neredeyse kelimenin tam anlamıyla oradaki sanat felsefesi, zihniyeti ve pratiklerini taklit etmişler. Amiyane bir tabirle montaj yapmışlar. Maalesef günümüzde de hiç değişmeden devam ediyor. Galericiliğe gelince, bizde neredeyse iki yüz yıl geç başladı. Ancak ne büyük şanssızlık ki galerilerimiz sanatçılarımızın aksine batıdaki galerileri taklit etmediler! Böyle olunca zanaatkar olan ressamları sanatçıya dönüştüren, kavramlaştıran bu 200 yıllık galerilerin tecrübelerinden faydalanmadılar. Keşke sanatçılar değil de galerilerimiz sanatta gelişmiş galerileri duvarıyla penceresiyle mekanıyla taklit etselerdi bugün dünya sanatında kesinlikle bambaşka yerlerde olurduk belki. Ama ya sanatın ne olduğu kavrayamamışlar ya da işlerine gelmedi ve tıpkı diğer marketler gibi uygulamaları seçtiler. Sanatı sanat ve ticaret için değil, belki sadece ticaret için yapmayı tercih ettiler. Gerçi bu da kolay olmuyor, birçok galeri oldukça zor durumda.
Türk resminde galeri tınazlığı!
Şimdi neleri kaçırdıklarına dünyadaki tecrübeli galericilerin yaptıklarını anlatarak devam edelim. Özellikle soyut sanat rol model olmuş Amerikan Leo Castelli Gallery ile başlayalım. Amerika merkezli soyut dışavurum sanatının devrimini yapan sanatçıların ana merkeziydi. Castelli, o dönemde nispeten tanınmayan birçok sanatçıyı temsil etti ve Jasper Johns, Robert Rauschenber, Frank Stella Andy Warhol, Roy Lichtenstein gibi isimlerin kariyerlerini uluslararası bir üne kavuşturdu. Castelli, galerisini sadece sanatın sergilendiği değil, aynı zamanda tartışıldığı ve anlamlandırıldığı bir entelektüel merkez haline getirmişti. Ünlü Clement Greenberg, İvan Karp, Harold Rosenberg, Leo Steinberg gibi önemli eleştirmenlerin, küratörlerin, koleksiyonerlerin ve diğer sanatçıların uğrak yeriydi. Adeta bir “sanat dergahı” kurmuşlardı. Yine aynı şekilde Gagosian Gallery, David Zwirner Gallery, Avrupa’dan; Sonnabend Gallery, Yvon Lambert Gallery (Paris) Bruno Bischofberger Gallery, (İsviçre) Lisson Gallery (İngiltere) Michael Werner Gallery (Almanya) benzer işler yaptılar
Bu galeriler, belirli bir sanatsal eğilimi erken fark edip onun arkasında durdular. Sanatçıları sadece "temsil etmediler", onların kariyer mimarları, danışmanları ve bazen arkadaşları oldular. Galerileri, eleştirmenlerin, küratörlerin ve koleksiyonerlerin fikir alışverişi yaptığı entelektüel mekanlar haline getirdiler. Ünsüz olarak aldıkları sanatçılarını hem kıtalararası bir izleyici kitlesine hem de müze koleksiyonlarına taşıdılar. Böylece kendileri sanat için güvenli mekanlar haline geldi hem de sanatçıların itibar ve değerlerinin kalıcı hale gelmesini sağladılar.
Bu galerilere saydım çünkü ortak özellikleri resim satıp para kazanmanın çok ötesinde keşfettikleri buldukları iyi sanatçıları dünya sanatçıları haline getirme konusunda idealize olmuşlar, buna çaba gösteriyorlar. Yöntem sadece resimlerini satmıyorlardı, adeta Şampiyonlar Ligi’nde oynayan takımın hırslı idealist teknik direktörleri gibi başarı peşindeydiler. Bu yüzden de o ligde oynayabildiler.
Biz de ise camia sanatı toplumsal ve kültürel değer olarak hiçbir zaman göremedi ve galeriler kim ne kadar satar ne kadar para kazanırız zihniyetinin ötesine asla geçmediler. İşte bu yüzden bırakın Şampiyonlarla Ligini Konfederasyon kupalarında bile oynayamadık. İşte bu yanlış zihniyet yanlış insanların kontrolü yüzünden galerilerimiz hiçbir zaman sanata referans olamadılar. Galerilerimizde geleneksel samimi olmasa da karakterimiz olan "dayanışma" ve "birbirinin arkasını kollama" kültürü çok hakimdir. Bu kültür, kamusal alanda birbirini eleştirmeyi neredeyse "hainlik" olarak görülebilir. "Biz birbirimizi yıpratmayalım tavrı etkilidir.
Soru şu: Dünyanın gerçek koleksiyonerlerinin kendi koleksiyonlarına katmak için ısrarla aradıkları bir Türk ressam var mı?
Moda var. Moda sanatçılar var. “Modalaştırılan” sanatçılar var. Güçlü PR’lar, güçlü ağlar. Aynı isimler. Aynı cisimler. Yaygınlık çok zor. Sponsor mekanizmaları. Destekleyen “yapılar”. Uzatırım listeyi ama dünya çapında (!) olabilmek için “genişlemek” lazım. Çeşitlendirmek lazım. İlhamı “ayrıksılıktan” ve “özgünlükten” gelen ressamların sayısı artırılmalı ki çeşitlilik kazandırır. Doğada bile çeşitlilik vardır.
Düşünün bakalım, galerilerimizin uluslararası sanat düzlemine taşıdıkları bir sanatçımız var mı? Varsa kaç kişidir? Dünyanın gerçek koleksiyonerlerin kendi koleksiyonlarına katmak için ısrarla aradıkları bir Türk ressam var mı? Sormak için soruyorum. Var mı? Konuşalım. Biliyoruz ki ülkemizde uluslararası çağdaş resim fuarları var. Yeteri kadar uzun zamandır da yapılıyor. Daha önceki yıllarda da fena olmayan bir sayıda yabancı galeriler bunlara katılıyorlar, buna da seviniyorduk, gurur duyuyorduk. Artık bu fuarlara yabancı galeri ve sanatçı katılımı sayısı azaldı. Buna da üzülüyoruz. Nedeni nedir? Oysa ki turizm ciromuz ülke olarak hep artıyor. Hem deniz turizminde hem kültür turizminde hem ekolojik turizminde! Peki sanat turizminde niye azalma var?
Peki kaç tane Türk sanatçısını önemli fuarlara galerilere götürüp varsa değerinde satabiliyorlar. Dünyada sanat merkezlerinde yıllarca yaşayan Türk sanatçılar var. Ne var ki, sanatçılarımız hemen tamamı resimlerinin çoğunu Türkiye’de satıyorlar. Net olayım, eğer sanatçılarımıza vasatın üstünde itibar edilse Türkiye’de satmazlar. Çünkü burada satın almaya güç yetmez.
Elbette bağlantılar yoluyla Batı galerileriyle çok büyük işler yapan galericilerimiz var. Fakat büyük oranda bizim sanatımıza ilgilendikleri için değil bizim onların sanatıyla ilgilendiğimiz ve onların vasat sanatçılarına iyi bir pazar olduğumuz için bu diyaloglar gerçekleşiyor. Açıkçası network faaliyeti kadar varız.
Kültürel sanat ortamımız
Ortada üzücü bir durum vardır. Batı sanatının kıstasları ölçütleri gelişimi, tümüyle eski Yunan, yani Ege’de gelişen felsefelere dayanır. Batı 200 yıl önce bu felsefelerle yola çıkıp kendilerine sanat felsefesi oluşturmuşlar. Halbuki biz, o felsefenin topraklarına 600 yıldır sahibiz üstelik insanlığın sosyalleşmeye başladığı ana topraklardır. Bu çok büyük bir ayıptır hatta utanç verici bir sonuçtur. Gerçekten de sanatı anlamadıkları ve gerek de duymadıkları için çok komik tavırlar sergilenmektedir.
Bugün sanat camiasının merkezinde olan galericilerden sanatı “algılama” biçimine bakmak lazım. Bu algının üzerine düşündüklerine de emin olmalıyız! Hele son 50 yıldır tuhaf bir şekilde gelişen soyut dışavurum sanat eserinin herhangi birini “Türk sanat ekosisteminin “açıklaması mümkün değildir. Bu, o sanatın yapısal bir durumdur ve sorundur. Bunu da bilmezler. Aslında bakarsanız dünyanın birçok yerindeki galericiler için de böyledir ve normaldir. Zira galeriler sanatçılarla sanat alıcılarının arasında satıcılardır. Ama bilmeliyiz ki galericilerimiz bu kendi konumlarını da bilmiyorlar. Çünkü kendilerine soyut sanat konusunda bir soru sorulduğunda geriliyorlar cevap veremiyorlar sanki bilmek zorundaymışlar gibi. Oysa bunları bilmek değerlendirmek uzman işi.
Elbette cevapları bilmiş olmaları tercih edilir ama zihniyetleri buna müsait değil. Zira gerçek galericiler yukarıda da belirttiğim gibi sanat kuramcıları sanat eleştirmenleri gibi profesyonel uzmanlarla kol kola hareket ederler. Böylece sattıkları objenin mahiyetini ve bilgisini de öğrenirler ve sorulduğunda gerilmeden yeterli bilgi verebilirler. İşi bilenlerin pozitif ve ya negatif eleştirilerinin olmadığı bir ortamda sanat gelişmez. Bugün olduğu gibi dünya sanatında esameniz okunmaz. Eğer en önemli ressamlardan olan Jackson Pollock’un bile eleştiri yazılarına baksanız, onu yüceltip övenlerle en az o kadar da onu yerin dibine sokan etkili eleştirmenler vardır. İşte zihniyet kusuru yüzünden biz de gerçekçi eleştiriye önem veren bir galerici hiç olmadı. Tabii madalyonun bir de öbür yüzü var; sanat eleştiri mekanizması! Onu da konuşalım.
Sanat eleştirmenimiz var mı? Yoksa blogger merakı ile mi sanatı algılıyoruz? Maalesef yok denecek kadar az. Sanat bloggerı bile az. Aslında var da görünmüyorlar. Ben biliyorum ki çok değerli sanat eleştirmenlerimiz, sanatı bilen uzmanlarımız, sanat kuramcılarımz bir yerlerde var. Ama bu sanat-mesafeli zihniyet yüzünden atıl vaziyetteler. Bu konuda heyecan yaratacak bir ortam da yok. Türkiye’de sanat yazmak, yazabilmek o kadar da “demokratik” bir eylem değildir. Mecra bulmak meseledir. Yazacağının içeriği meseledir. Eleştirmen oysa ki bir karşı taraf mekanizması olarak denetleyicidir. Kaynaktır. Keşfedendir. Yönlendirendir. Amacı bir yetenek görüp onu dünyaya taşımak gibi bir kaygısı olabilir. bu yetersiz, şaşkın ve çapsızlığı zihniyet yüzünden sanat yazıları ve eleştirilerine toplumun ilgisi azalınca medyanın ilgisi de azalıyor veya tamamen kaldırılıyor. Bu durum, eleştirmenlerin geçimini sağlayacak özgür alanlarının olmamasına sebep oluyor. Daha da kötüsü ücretlerini eleştirdikleri sanatçılardan. Böyle olunca da eleştirilerinde sanatçıyı sadece överek adeta kenar süslemesi yapıyorlar. Yazılan sergi metni ve katalog yazısı, aşırı derecede karmaşık, teorik ve "jargon" dolu bir dille yazılıyor. Amaç sanat ortaya koymak, eseri "açıklamak" değil, onu olduğundan daha derin ve karmaşık göstermek, onu bir kutsal metinmiş gibi eleştirinin dışında tutmaktır.
Ama bugün maalesef sanat düşünenler de kafaları kuma gömmüş; bugün bile kafalar hala kumda, hastalığı göremiyorlar. Hastalığın başı satış odaklılıktır. Her şey onun odağındadır. Bugün açıkça tüm sanat ekosisteminin birincil amacı, sanat eserlerinin satışıdır. Dolayısıyla negatif bir eleştiri, potansiyel bir alıcının kafasını karıştırabilir veya esere olan ilgisini azaltabilir. Ayrıca çoğu zaman şirket sponsorluklarına veya özel desteklere ihtiyaç duyarlar. Tabii hiçbir sponsor, destek verdiği proje hakkında yazılacak negatif bir yazıyla ilişkilendirilmek istemez.
Bitiriş yorumum
Bu durumlar değişir mi? Elbette değişir, hele günümüzün iletişim çağında çok daha kolaydır. Yaygınlık fazladır. İmkan olanaklıdır. Bu durumlar yüzünden ülkemizdeki gerçek sanatsever, sanata gönül vermiş koleksiyonerler de çok zarar görüyorlar. Camiadaki insanlara güveniyorlar birden şişirilmiş fiyatlarda eserler alıyorlar, kısa bir süre sonra bu sanatçılar dünyaya entegre edilmedikleri yani fiyatları konvertibl olmadığı için astronomik bir şekilde düşebiliyor. Bu da gerçek koleksiyonerlerin hevesini, motivasyonunu bozuyor. Sonuç olarak galericiler evrenselleşmeli, sanatçılar çeşitlendirilmeli, sanat ortamına erişimleri artırılmalı, eleştirmenler üretken olmalı, sanat basını kurumsallaşmalı. Ve tüm sanat habitatının sanatın S’sinden başlayarak bu işle ilgilenmeleri ve kendilerini sanatın gerçekliğine adamaları gerekir. Uzmanlarla profesyonellerle, yani yolu bilenlere danışarak onlarla çalışmalılar. Yoksa çok yakın bir zamanda yüzüne ışık tutulmuş tavşan gibi donacaklar. Zira yapay zekâ bu konudaki dünyada ne kadar zeminsiz pespaye sözde sanat durumlar varsa hepsinin ne kadar sanat olduğunu, dahası sanat olmadığını deşifre edip çözecek. Gelişmenin anayasası bu.