Dünyanın en güçlü alıcıları bu yıl ne seçti?

Banu SEYHAN

Dünyanın en etkili koleksiyo­nerleri, sanat piyasasının gö­rünmeyen haritasını çizen insan­lar. Onların seçimleri, yalnızca kişisel zevklerin bir yansıması de­ğil, pazarın geleceğine dair güçlü birer işaret. Bu yıl açıklanan ART­news Top 200 Collectors raporu tam da böyle bir harita. Küresel sanatın nereye evrildiğini, neyin değer kazandığını, hangi estetik ve kavramsal yönelimin merkez­de olduğunu gösteren bir metin.

Raporu okurken, sanat piyasa­sının hep sakin bir göl gibi görün­mesine rağmen, yüzeyin altında sürekli bir akıntı olduğunu ye­niden hatırladım. O akıntı bu yıl özellikle heykel, malzeme yenili­ği ve kavramsal derinliği yüksek işlere yönelmiş durumda. Liste­nin en çok konuşulan seçimle­rinden biri, Jack Whitten’ın na­dir heykel çalışması. Whitten her ne kadar resimleriyle tanınsa da heykelleri, onun düşünsel dünya­sını çok daha doğrudan tarif edi­yor: parçalanma, yeniden kurma, hafızayla hesaplaşma. Bu alım, koleksiyonerlerin mekânla ilişki kuran, form ve materyal üzerin­den yeni bir deneyim sunan işlere açık bir şekilde yöneldiğini gös­teriyor. 2020’lerin koleksiyoncu­luğu duvara asılı işlerle sınırlı de­ğil; mekânı dönüştüren, izleyiciyi işin içine çeken üretimler artık belirleyici.

Benzer bir yönelim, Jean Du­buffet’nin devasa bench-formun­daki eserine duyulan ilgiyle de kendini belli ediyor. Dubuffet’nin hep o tehlikeli çizgide, gündelik nesne ile yüksek sanat arasında yürüdüğünü bilirsiniz. Bu eser de tam olarak o alanı işaret ediyor: Hem heykel, hem mobilya, hem de Dubuffet’nin Art Brut anlayı­şının üç boyutlu bir bildirisi. Ko­leksiyonerlerin böyle hibrit işle­re yönelmesi, sanatın işlevle iliş­kisini yeniden düşünme çağrısı gibi. Bu eğilim bana son dönem­de ivme kazanan kamusal sanat projelerini hatırlatıyor; özellikle belediye ve kurum destekli mo­dellerde, işlerin izleyiciyle fizik­sel bir bağ kurması artık daha çok önemseniyor.

Kadın üretimi hak ettiği alanı buluyor

Raporun bir diğer dikkat çekici yönü, kadın sanatçı üretimleri­nin güçlü bir şekilde koleksiyon­lara girmesi. Joan Semmel’in fe­minist beden politikalarıyla örü­lü resimleri ya da Sturtevant’ın appropriation tarihini sarsan pratiği, uzun süre görmezden ge­linen kadın üretiminin artık ko­leksiyon seviyesinde hak ettiği alanı bulduğunu gösteriyor. Bu yalnızca estetik bir tercih değil; geç kalınmış bir tarihsel düzelt­menin piyasaya yansıması. Sanat dünyasında adalet arayışı ile eko­nomik değer yaratma mekaniz­ması çoğu zaman aynı anda, şa­şırtıcı bir senkronla çalışıyor.

Tüm bu seçimler birleşince, koleksiyonerlerin artık bir eser­de yalnızca estetik değil, sağlam bir kavramsal çapa aradığını gö­rüyoruz. Sanatın anlatısal gücü, arka planı, tarihsel bağlamı kı­sacası “eserin hikâyesi” giderek daha değerli. Bu da üreticilere, küratörlere ve danışmanlara ye­ni bir sorumluluk yüklüyor: yal­nızca eser seçmek değil, seçilen eserin kavramsal evrenini doğru kurmak.

Elbette tüm bu global yönelim­lerin Türkiye’ye yansımaları var.

İstanbul’daki genç koleksiyo­nerlerin uluslararası okuma ta­şıyan işlere duyduğu ilgi artıyor. Malzeme yeniliği, video, heykel, yeni medya artık yalnızca niş bir alan değil, ana akımın parçası. Kadın sanatçıların görünürlüğü yükseliyor, alternatif coğrafya­lardan üretimlere olan ilgi güç­leniyor. Kamusal mekâna taşan, hibrit nesnelerle çalışan projeler ise kurumların ve sponsorların yeni gözdesi. Bütün bunlar, Tür­kiye’den uluslararası sahneye açılmak isteyen yapılar için bir rehber niteliğinde. Sanat dünya­sı yine hatırlatıyor: Doğru anda doğru işi okumak, doğru işi üret­mek kadar önemli. Bu yılın ko­leksiyon hareketleri, yalnızca ekonomik bir rapor değil; sana­tın geleceğine dair ince ayarlı bir pusula. Bu pusulayı doğru oku­yanlar, önümüzdeki yılların kül­türel ritmini şimdiden yakala­mış olacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar