Buna hakkımız yok

Yazmak, hayatımda en ko­layca yaptığım işlerden biridir. Bir konu seçip, ilk cümleyi kurduğumda, kelimeler hep kendiliğinden gelir, düşün­celer ardı ardına sıralanır. Ama bu hafta, yazmak bir yük gibi gel­di. Ekrana bakıp her seferinde başladığım cümleler bir anda an­lamsızlaştı. Konular o kadar bü­yük, yıkımlar o kadar derindi ki, kelimelerim sadece boş bir yankı gibi kaldı. Bir tarafta Gazze’deki çocuklar, ölen masumlar, yara­lı bedenler, ulaşamayan yardım­lar; diğer tarafta bir yanda sıcak hava dalgalarıyla kavrulan Ame­rikan şehirleri, diğer tarafta ise iklim felaketiyle boğuşan Avru­pa… Küresel krizlerin gölgesin­de, savaşların, göçün, ekonomik dengesizliklerin içinde, bir ya­zı yazmanın anlamı ne olabilir? Hangi kelimeler, yıkımın orta­sında, bu dünyadaki her bir in­sanın taşıdığı acıyı, çaresizliği, kaybı anlatabilir?

Bu kadar büyük bir felakete, bu kadar büyük bir yıkıma ta­nıklık ederken yazmak ne kadar anlamlı olabilir? Bu soruyu so­rarken, içimde derin bir boşluk hissediyorum. Çünkü yazmak, çözüm sunan bir araç değil, sa­dece bir çaresizliğin ifadesi gibi hissettiriyor. Savaşların ortasın­da hayatını kaybeden çocukla­rın, iklim değişikliği yüzünden evsiz kalan ailelerin, ekonomik çöküş nedeniyle umutlarını kaybeden milyonların yaşadığı dramları hangi kelimelerle tarif edebilirim? Bu kadar büyük bir acı karşısında, sözcüklerin gücü ne kadar yeterli olabilir?

Fakat tam da bu noktada içim­de başka bir duygu belirdi. Bir yerde derinlerden, içimde bir ses yankılandı: Buna hakkımız yok. Bir an fark ettim ki, mesele yazı yazmak değil. Mesele, bu acıların ve felaketlerin gölgesinde, yaşa­mak zorunda bırakılan bir nes­lin sorumluluğunu omuzlamak. O çocuklar, o gençler, savaşları, açlığı, kıtlıkları, iklim krizleri­ni seçmediler. Onlar, sadece var olabilmek için, umutlarını kay­betmeden yaşamaya çalışıyor­lar. Peki, kendi konforumuzda var olurken, onları bu yıkımların içinde neden bırakıyoruz? Dün­yadaki varlığımız, onların gele­ceğine nasıl etki ediyor?

Geçmişin hatalarından ders almak ve geleceği şekillendirmek

Gerçek şu ki, bugün yaşadığı­mız felaketlerin temelinde yıl­lardır yapılan hatalar ve göz ardı edilen gerçekler var. Uzun yıllar boyunca, çıkarlar peşinde ko­şarak doğaya, toplumsal yapıya ve insanlığa verdiğimiz zarar­lar, bugünün dünyasını şekillen­dirdi. İnsanlık, yalnızca bugüne odaklanarak, uzun vadeli düşün­meden ve geleceğe dair sorumlu­luk taşımadan hareket etti. Geç­mişin ihmalleri bugün karşımıza çıkıyor, fakat bu hataların bede­lini gelecekteki nesillere ödet­meye hakkımız yok.

Her birimizin bu dünyada var olma biçimi, bir diğerinin yaşa­mına etki eder. Bu sorumluluğu reddetmek, tüm insanlığa kar­şı bir sorumsuzluk olur. Geç­mişi geride bırakmak, hatala­rımızı kabullenmek ve sorum­luluğumuzu almak artık bizim sorumluluğumuz. Gelecekteki nesillerin yükünü taşımasını en­gellemeli, elimizden geleni yap­malıyız.

Gelecek, bekleyerek gelmeye­cek. Eğer geçmişin yarattığı bu felaketleri değiştirmek istiyor­sak, her birimizin bugünden baş­layarak küçük ama etkili adımlar atması gerekiyor.

Her şeyin başlangıcı bir kıvılcımdır

Belki iklime zarar vermeden yaşayacağız, belki daha az tüke­teceğiz, belki de doğayı daha çok koruyacağız. Bu adımlar, belki küçük görünüyor ama her şeyin başlangıcı bir kıvılcımdır. Belki bir çocuğun hayatına dokunaca­ğız, belki de daha kapsayıcı ola­cağız, dünyayı daha kapsayıcı bir hale getirmek için emek harca­yacağız...

Bugün, ne yapıyoruz? Küre­sel bir yıkımın ortasında, sade­ce gözlerimizi kapayıp geçiştir­mek kolay. Ama her birimizin ya­pabileceği bir şey var. Her an, bir fark yaratma fırsatıdır. O yüzden bugün, geleceğin sorumluluğu­nu almadan bir adım daha ileri gitmek, belki de çok geç kalacağı­mız anlamına gelir.

Bir gün, geriye dönüp baktığı­mızda, bizler tarihe bu dönem­de yapılanları ve yapılmayanları hatırlatmak için bir şeyler yap­mış bir nesil olarak mı anılaca­ğız? Yoksa geçmişin hatalarıyla büyüyen bir dünyanın yükünü, gelecek nesillere mi bırakacağız?

Yazara Ait Diğer Yazılar