Ekonomide normalleşme
Türkiye için 2025 yılı iyi başlamadı. Hem dünyada hem de ülkemizdeki siyasi gelişmeler ekonomide ciddi risklerin oluşmasına neden oldu. Bu yüzden ekonomide “normalin” inşası pek mümkün olmadı.
Kamuoyundaki uzmanlar, normali TCMB’nin faizlerde istikrarlı bir düşüş döngüsüne girilmesi olarak yorumlamayı tercih etti. Ülkemizdeki faizlerin çok yüksek olduğunu herkes kabul ediyor sanırım. Uzun zamandır faizlerin yüksek olması kamuoyunda enflasyonla mücadelenin kaçınılma bir nedeni olarak görülüyordu. Ancak son zamanlarda ardı ardına yaşanan şokların etkisiyle kamuoyunun uyarılan döviz talebinin de fiyatlarda istikrarını bozucu etki yaratmaya başlayınca, TCMB sahip olduğu döviz rezervlerini satarak fiyat istikrarını korumaya girişti.
Belki ilk bakışta nihai amaç kur artışlarının enflasyonist etkilerini sınırlamak gibi görünse de, bunun sonucu TCMB’nin elinde bulundurduğu ve son zamanlarda çok yüksek maliyetlerle biriktirmiş olduğu döviz rezervlerini kullanmak oldu. Kamuoyunun döviz talebini karşılamak için TCMB döviz talep etmek zorunda kaldı.
Bu şekilde ABD Hazinesi çok büyük oranlarda, hem de yüksek maliyetlerle borçlanılarak kredilendirilmiş oldu ama bu başka bir konu.
İç ve dış şok tehlikeler canlı kaldığı müddetçe enflasyonla mücadele etmeyi kendime amaç edinmiş bir merkez bankasının ekonomideki döviz talebini de kontrol etmesi ciddi bir zaruret haline geliyor.
Yani TCMB’nin bir faizleri-düşürme döngüsüne girebilmesi ve ekonomideki her şeyin “normalleşebilmesi” için sadece enflasyonun bir düşüş eğilimine girmesi değil, aynı zamanda şokların tetiklediği döviz talebinin de istikrara kavuşturulması gerekmektedir.
İç ve dış şoklar uygulanan para politikasından sonuç alınmasını güçleştirmekte, ekonomik kesimler üzerine yeni maliyetlerin yüklenmesine neden olmaktadır. Bu yüzden en azından yurtiçindeki siyasette yaşanacak normalleşme ile hem enflasyonla mücadeleden sonuç olmak kolaylaşacak, hem de para politikasının doğurduğu bu maliyetleri azaltabilmek mümkün olabilecektir.
Normalleşme nasıl anlaşılmalıdır?
Ancak son zamanlarda ekonomi yönetiminin kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda ekonomideki normalleşmeyi bu şekilde algılamadığı görüldü. Daha çok fiyatlarda sağlanan istikrarı dikkate alan bu “normalleşme” algısına göre, fiyat istikrarsızlığını doğuran yapısal sorunlar nedense göz ardı edilmektedir.
Türkiye gibi ülkelerin temel sorunu yüksek döviz ihtiyacı ve bu ihtiyaçları karşılayacak kaynakların sınırlı olmasıdır. Ülkelerin döviz kaynaklarından birisi dışarıdan borçlanma, diğeri ise üretip çalışıp dış âleme ihracat yaparak kazanılacak döviz cinsinden gelirlerdir. Ülkeler bugün borçlansalar bile bu borçlar eninde sonunda ya ihracattan elde edilen gelirlerle ya da ülkedeki bazı varlıkların satışından elde edilecek dövizlerle ödenmek zorunda kalırlar. Bunun başka bir yolu yoktur.
Ülkelerin ihracat gelirlerini arttıramadığı durumlarda, döviz ihtiyacını karşılamak için borçlanmaya ağırlık verdikleri görülür. Tıpkı 2003 sonrası Türkiye’de olduğu gibi. Özellikle uluslararası mali piyasalardaki koşulların ülke lehine olduğu, borçlanmanın ucuz ve kolay yapılabildiği dönemlerde borçlanma ülkeler için önemli bir döviz kaynağı haline gelir. Ancak dış konjonktürün tersine döndüğü durumlarda da, borçlanmanın maliyeti artacağı ve borç bulma zorlaşacağından, dövize ihtiyaç duyan ülkenin döviz kazandırıcı diğer faaliyetlere yönelmesi kaçınılmaz olur. Bu faaliyetlerin en önemlisi ise ihracattır.
Bu yazılanlar ışığında, “normalleşmeyi” mali piyasalara hâkim dış konjonktürdeki değişime ekonominin beklenen yönde pozisyon alabilmesi olarak tanımlamak yerinde olur. Buna göre, uluslararası mali koşullar 2000’li yılların başına göre ciddi manada değişmiş, borçlanma maliyetleri artmıştır. Bugünkü dünya koşullarının doğurduğu risk algısı ile Türkiye gibi ülkelerin borca erişimi zorlaşmıştır.
Ama çok daha önemlisi önceki yıllarda olduğu gibi dış piyasalardaki döviz kurlarında ve enflasyon da istikrar kaybolmuştur. Böylesine olumsuz koşullarda bile, Türkiye gibi ülkelerin dışarıdan borçlanmalarını sıfırlamaları mümkün olmasa da, en azından ihracat yolu ile kazanılan döviz gelirlerinin ekonomideki payını arttırarak ekonominin ödeme kapasitesinin arttırması doğru olur. Bence bu yapıldığında ekonomide normalleşme yönünde ciddi adımlar atmış olacaktır.
Ancak mevcut yönetim bu yolu tercih etmemiştir. Tercih edilen yol ve buna bağlı olarak uygulanan politikalar sanki mali piyasalarda hiçbir şey değişmemiş gibi, eskiden uygulanmış ve denenmiş politikaları tekrar hayata geçirmektir. Bunun için maliyetine bakmadan olabildiğince borçlanabilmek ve bu şekilde ekonomideki döviz talebini istikrara kavuşturmak tercih edilmektedir. Bu yapılırken de fiyatlarda sağlanan kamuoyunda normalleşmenin bir göstergesi olarak kullanılmaktadır. Maalesef bu şekilde tanımlanmış olan normalleşme ekonomide kalıcı bir istikrar sağlayamaz. Ekonomik kesimler üzerinde yarattığı olumsuz etkiler de dikkate alındığında bugün normalleşme olarak tanımlanan göreli fiyatlar ekonominin birçok kesiminde kalıcı hasarlara yol açacaktır. Bu hasarların başında da ülkenin ihracat kapasitesinin göreceği zararlar gelmektedir.
Bugün uygulanan politikalar ekonomide karşı karşıya kaldığımız yapısal sorunları çözmekten uzak olduğu için, fiyatlarda elde edilecek istikrar da sürdürülebilir olmayacaktır. Sadece kısa vadede günü kurtarmaya yarayacaktır.