Enflasyon ile mücadelede yardıma ihtiyaç var mı?
Recep Gündüz - Rekabet Hukuku Danışmanı
Eylül ayında açıklanan enflasyon verileri, “acaba para politikası tek başına yeterli mi?” sorusunu yeniden gündeme taşıdı. TÜİK’e göre enflasyon aylık %3,23, yıllık %33,29 oldu. Böylece Mayıs 2024’ten bu yana her ay gerileyen yıllık enflasyon ilk kez yükseldi ve Merkez Bankası’nın yıl sonu hedefi olan %24 şimdiden aşıldı.
Faiz artışlarıyla dizginlenmeye çalışılan fiyatlar yeniden ivme kazanırken, kamuoyunda “maliye politikası” eksenli tartışmalar başladı. Kalıcı iyileşme için para politikasından ibaret cepheyi genişletmemiz gerekebilir.
Gıda fiyatları ve rekabet hukuku kararları
Rekabet Kurumu’nun 2024–2025 döneminde en çok ses getiren dosyalarından biri beyaz et sektörüne ilişkin oldu. Kurum, şirketlerin fiyatları etkileyebilecek nitelikte bilgi değişiminde bulunduklarını tespit ederek 3,7 milyar TL ceza kesti. Benzer biçimde, yumurta, hızlı tüketim ürünleri ve perakende alanlarındaki soruşturmalarda da yeniden satış fiyatının belirlenmesi ve bölge-müşteri paylaşımı gibi uygulamalara odaklanıldı.
Yakın dönemde ise Kurum’un radarına çiğ süt alımı ve süt ürünlerinin satışının girdiğini ve fiyatların birlikte belirlenip belirlenmediği iddiasının incelendiğini görüyoruz. Bu inceleme devam ederken açılan yeni bir soruşturma ile süt karşılığı yem uygulamaları da incelemeye dahil edildi.
Kurum’un son dönemde yoğun biçimde “ceza ile yetinme, iş modelini ve pazar yapısını değiştir” mottosu uyguladığını da görüyoruz. Örneğin beyaz et sektöründe şirketlere fiyat listelerini alıcılarına duyurdukları anda yürürlüğe koyma zorunluluğu getirildi. Yem karşılığı süt incelemesinde soruşturma sonuçlanınca kadar uygulanacak geçici tedbirler açıkladı.
Gıda sektörü özelindeki bu örnekler, Kurum’un son dönemde fiyat oluşumuna etki eden davranışlara daha hassas yaklaştığını gösteriyor. Buradan “enflasyonla mücadeleyi Rekabet Kurumu devralsın” sonucu çıkarmak naifçe olur. Zira rekabet otoriteleri fiyat denetim kurumları değildir; kendilerini öyle tanımlamazlar. Geçmişte soğan-patates örneğinde olduğu gibi doğrudan fiyat müdahaleleri istenen sonucu vermemiştir.
Ancak rekabetin aksadığı, kartellerin ya da pazar yoğunlaşmasının görüldüğü sektörlerde fiyat artışlarının hız ve süre bakımından farklılaştığı bir gerçek.
Bu noktada rekabet otoritelerinin işlevi, fiyat belirlemek değil, fiyatın belirlenebileceği rekabetçi ortamı korumak, pazar yapısına odaklanmaktır. Çünkü enflasyonun yapısal kısmı, yalnızca talep fazlasından değil, piyasalardaki kartellerden, tekelci davranışlardan ve giriş engellerinden de besleniyor. Bu yapı hem arz esnekliğini sınırlıyor hem de şoklara karşı fiyatların yukarı yönlü katılığını artırıyor.
Türkiye’de denkleme rekabet hukukunu eklemek
Türkiye’de Rekabet Kurumu’nun 2024 verilerine baktığımızda tablo dikkat çekici. Faaliyet raporuna göre;
* 166 karar alınmış, bunların 139’u karara bağlanan soruşturma raporu,
* 148’i, Kanun’un 4. maddesi kapsamında yani rakipler arası rekabeti sınırlayan anlaşmalara ilişkin,
* 2020’de 65 olan soruşturma sayısı dört yılda iki buçuk katına çıkmış,
* Toplam para cezası 2024’te 5,9 milyar TL’ye ulaşmış (2020’de 1,9 milyardı). Bu tutarın tamamına 2025’in ilk yarısında ulaşılmış olması dikkat çekici.
Sektörel dağılıma baktığımızda bilişim, gıda, inşaat ve işgücü piyasaları öne çıkıyor. Bu dört alan, 2024 yılında verilen toplam para cezalarının %91’ini oluşturuyor. Tesadüf değil: bu sektörler aynı zamanda enflasyona en çok katkı yapan alanlar arasında. (Burada işgücü ayrı tutmak gerekiyor. İşgücü piyasası kararlarında Kurum daha çok ücret anlaşmaları ve çalışan ayartmama uygulamalarına odaklanıyor.)
Küresel tartışma: Enflasyonun görünmeyen amplifikatörleri
Son üç yılda dünyada enflasyonun nedenlerine dair tartışmalar, para ve maliye politikalarının sınırlarını aşarak piyasa yapısına uzandı. CPI Antitrust Chronicle’ın “Enflasyon & Rekabet” başlıklı son sayısında ekonomist Barak Orbach, fiyat artışlarını kalıcı kılan koşulları “enflasyon amplifikatörleri” olarak tanımlıyor. Orbach’a göre arz şokları veya talep patlamaları kaçınılmaz olabilir; ancak bunların fiyatlama davranışlarında kalıcı etki yaratması, piyasalardaki rekabet eksiklikleriyle doğrudan ilişkili.
Rekabetin zayıf olduğu, tüketicinin fiyat karşısında duyarsızlaştığı, bilgi asimetrisinin yüksek olduğu sektörlerde firmalar maliyet artışlarını bahane ederek maliyet ötesi kâr marjı (markup) yaratabiliyor. Bu da enflasyonun “tetikleyici” nedenlerinden bağımsız biçimde, fiyat artışlarının kalıcılığını artırıyor.
Benzer biçimde OECD, İngiltere Rekabet Otoritesi (CMA) ve İspanya Rekabet Kurumu (CNMC), rekabetin uzun vadede düşük ve istikrarlı fiyatlar için en önemli yapısal unsur olduğunu vurguluyor. OECD’nin ifadesiyle, “rekabet politikası kısa vadede enflasyonu düşürmez, ama uzun vadede onun kalıcılığını azaltır.” Yani para politikası ateşi düşürür, maliye politikası ekonomiye denge kazandırır, rekabet politikası ise yangının yeniden başlamasını önler. Teori bunu söylüyor.
Sonuç: Enflasyon çok aktörlü bir mücadele
Dünyada da, Türkiye’de de enflasyon artık sadece para politikasıyla çözülemeyecek kadar çok katmanlı bir sorun. Maliye politikası bütçe disiplinini, para politikası beklentileri, rekabet politikası ise piyasa yapısını hedef alır.
Bu üç politika alanı birlikte hareket etmedikçe, birinin başarısı diğerinin sınırına çarpıyor. Türkiye’de rekabet otoritesi son yıllarda aktif, hızlı ve sektör odaklı bir profil çiziyor; bu da enflasyonla mücadelenin kurumsal çeşitliliği ve pazar yapılarının rekabetçi niteliği açısından önemli.
Kalıcı iyileşme için mücadeleyi yalnızca para ve maliye politikaları üzerinden değil, rekabet politikasının ve hatta sanayi ve tarım politikalarının da içinde yer aldığı bütüncül bir ekonomik yapı reformu perspektifinden yürütmek gerekiyor.