Enflasyonla mücadelenin maliyeti

Kamuoyu çok fazla makroe­konomik istikrar meselesi­ne ve bu kapsamda yürütülen enf­lasyonla mücadele politikalarının sonuçlarına angaje oldu. Bu arada ekonomimizdeki yapısal sorun­larımız ihmal edildi. Hatta bazen onlar yokmuş gibi yapılıp, varsa yoksa enflasyonla mücadele me­selemiz öne çıkartıldı. O yüzden de o yapısal sorunlarımız giderek kalıcı olmaya başladı.

Ancak son zamanlarda uygula­nan para politikasının sonucu ola­rak reel sektörde belirmeye baş­layan sorunlar aslında bu yapı­sal sorunlarımızın da enflasyonla mücadele programı ile birlikte ele alınmasının gerekliliğini bir defa daha ortaya koydu.

Malum olduğu üzere ülkemiz­deki gelir dağılımı AB ülkeler ara­sında en kötü olanı. OECD’de bi­le en kötü üçüncü veya dördüncü ülkesi. Üstelik uzun zamandır bu durum böyle.

Reel sektörün bugün karşı kar­şıya kaldığı darboğazlar, ilerleyen aylarda yetersiz büyüme ve işsiz­likle birleşince, bunların sonu­cu olan gelir mevcut dağılımı so­runumuzun daha çok tartışılması kaçınılmaz olacaktır.

Toplumsal barışı tehdit edebi­lecek potansiyele sahip olan ge­lir dağılımı sorunun çözümü bu yönde aktif bir siyaset geliştirme­yi gerekli kılıyor. Oysa çok uzun zamandır gözlemlediğimiz gelir dağılımdaki iyileşmeler ağırlıklı olarak konjonk­türel değişikliklere ve göreli fiyatlardaki geliş­melerin insafına bırakıl­mıştır. Maalesef bugün­kü konjonktürel gelişme­ler göreli fiyat yapısında gelir dağılımını düzelte­cek yönde katkı yapacak­mış gibi görünmüyor.

Gelir dağılımını iyileş­tirmeyi amaçlayan aktif politika­ların eksikliği bu meseleyi rast­lantısal gelişmelerin insafına bı­rakıyor.

Bu yazıda bunlardan birine dik­kat çekmek ve gelir dağılımında bozulmanın nedenlerinden biri­nin de izlenilen kur politikasının olduğunu gözler önüne sermeyi istiyorum.

Reel efektif kur-refah ilişkisi

Bunun için, ülke ekonomisinin uluslararası piyasalarda rekabet gücünün bir göstergesi olarak kul­lanılan reel efektif döviz kurunun ideal bir gösterge olabileceğini düşünüyorum.

Bu değişkeni böyle bir analiz­de gösterge olarak kabul etmemin nedeni ise, aynı zamanda reel ku­run bir ülkedeki vatandaşların ya­bancı mal satın alam gücünün bir göstergesi olmasıdır. Reel kur dü­şer ve yerel para değer kazanırsa, gelirleri yerel para cinsinden olan yerleşiklerin yabancı mal satına­lam gücü artar. Daha fazla mal tü­ketebilir hale gelen bu vatandaş­lar değerlenen yerel para birim­leri sayesinde daha fazla refaha ulaşmış olurlar.

Dolayısıyla reel efektif kurdaki dalgalanmalar sadece rekabet gü­cündeki dalgalanmayı değil, aynı zamanda yerleşiklerin refah dü­zeylerindeki değişimi göstermek­tedir. Buna göre reel kurun düş­mesi yerleşiklerin refahında bir artışını gösterirken, reel kurun artması da refahta düzeyinde ya­şanan bir düşüşe işaret eder.

TCMB’den elde ettiğimiz yıllık reel efektif kur verilerin trend de­ğerleri hesaplanıp, yıldan yıla bu değerlerde görülen değişim oran­ları kolayca hesaplanabilir. Böyle­ce hangi yıl vatandaşın refahında artış, hangi yılda vatandaşın refa­hında azalma olmuş açıkça görü­lebilir.

Ardından başlangıç yılı 1994 olacak şekilde tüm bu yıllık deği­şim oranlarının 2024 yılına kadar birikimli değerleri hesaplanabilir. Bu şekilde vatandaşın reel kurlar­daki oynaklığından dolayı maruz kaldığı toplam refah kazancı ve kayıpları tespit edilebilir.

Ödünç alınan refah Elde edilen birikimli değerler Grafik 1’de görülüyor.

Dikkat edilirse, 1994’den 2017 yılına devam eden dönemde biri­kimli refah düzeyi hep pozitif de­ğerlere işaret etmektedir. Yani 1994-2017 dönemindeki kur deği­şimleri vatandaşa birikimli olarak pozitif refah yaratılmasına olanak sağlamıştır. Bu dönem zarfından TL’nin ağırlıklı olarak değerli kal­ması dışarıdan elde edilen, yani it­hal edilmiş olan bir refahın kayna­ğı olmuştur.

Ancak 2017-2024 arasındaki dönemde kurlarda yaşanan geliş­meler ise bu pozitif refahın nega­tife dönmesine yol açarak, vatan­daşın refahında kayıpların ya­şanmasına neden olmuştur. Yani bu dönemdeki vatandaşlarımız bir refah kaybı yaşamışlardır. Bu­nu dünyaya yaptığımız refah ih­racı olarak düşünebilmek müm­kündür.

Maalesef elimizde 1994 yılına kadar giden gelir dağılımı verile­ri yok. En kapsamlı resmi veriler 2002’ye kadar gidiyor. Elde edilen birikimli refah kazanç ve kayıpla­rıyla birlikte bu gelir dağılımı öl­çüsünü birlikte gösterdiğimizde ilginç bir görüntüyle karşılaşıyo­ruz. Buna göre, 2002-2017 arasın­daki dönemde gelir dağılımında ciddi iyileşmeler yaşanıyor. Yani TL’nin göreli olarak değerli sey­rettiği bu dönemde, göreli fiyat­lar vasıtasıyla dışarıdan bir refah ödünç alındığı, bunun da ülkemiz­deki gelir dağılımında iyileştirdiği anlaşılmaktadır.

En azından iyi­leştirilebilmesi yönünde elveriş­li bir ortamın oluşmasına olanak sağlamıştır. Öte yandan TL’de de­ğer kayıplarının yaşanmaya başla­dığı ve bunun sonucunda dışarıya refah ihracı yapıldığı 2017 sonra­sı dönemde ise, gelir dağılımından istikrarlı bir bozulmanın işaret­leri ortaya çıkmıştır. Bugün ülke­mizde yoğun olarak tartışılan ko­nu dış ticaret bağlamında TL’nin değer kazanıp kazanmadığıdır.

Rakamlar reel efektif kurda yu­karı doğru gelişmelere işaret edi­yor. Ancak bu gelişmeler şimdilik TL’nin reel olarak değerli olduğu­na yorumlanamaz. Ama bu geliş­melerin ülkede ciddi manada bir refah kaybına yol açtığı gerçeği ise inkâr edilemez.

Maalesef enflasyonla mücade­leden sonuç almak biraz daha za­man alacak ve kurlardaki bu eği­limin değişmesi de bir daha uzun sürecek. Hali hazırda çok kötü olan gelir dağılımı sorunları da, bu daha da kötüleşecektir.

İşte tam da bu nedenlerden ötürü, bozulan gelir dağılımını düzeltilebilmesi, en azından bo­zulmanın hızının kontrol edile­bilmesi, ekonomi yönetiminin aktif olarak devreye girmesini ve uygulanan politikaların gelir da­ğılımında oluşturacağı olumsuz etkileri minimize etmesine ge­rekli kılmaktadır.

Enflasyonla mücadelenin maliyeti - Resim : 1

Yazara Ait Diğer Yazılar